Çocukları babasına emanet edip konferansa giden bir annenin evden çıkışı, aslında az sonra okuyağınız tüm matraklıkların başlangıç noktasıdır desem?
Bir baba sadece süt almaya gittiğinde en fazla ne kadar macera yaşayabilir? Ne derecede tuhaf mahlukatlarla hemhal olabilir? Evin hemen dibindeki bir bakkala gidip gelmek kadar kısa bir sürede, uzay zaman sürekliliği içine girebilir mi? Ya da piranalar tarafından ısırılmış uçan kürelerle seyahat etmiş olabilir mi? İhtimaller zihinlerde çalkalanırken evde uslu uslu(?) süt bekleyen çocuklar ne tip hayallerde sürüklenmektedirler? Maddeler çılgınlık seviyelerini zorlarken bu hikayede midilliler de var desem düşüp bayılmazsınız umarım.
Sakin kalmaya ve kendinize şunu tekrar etmeye çabalayın: Bir şişe süt, geceler gündüzleri kovalıyormuş gibi yanıp dönen bir gökyüzünde ne kadar uzaklaşmış olabilir? Çünkü bu hikayede süt varsa, umut var demektir.
Detaylı ama yormayan çizgileri, ince ince işlenmiş yazı tipleri, efffsane kurgusu ve kıkır kıkırlığıyla kalbimi çalan mükemmel bir hayal gücü ürünü! Bu hikayede galaktik polisler, goriller, uzaya fırlama makineleri, korsanlar kraliçesi , sert kıllı ıslak beyaz çatırdaklar (dilimizde hindastancevi olarak bildiklerimiz), kehanet canavarları var. Hatta bir şişe süt ve bir baba da meseleye dahil.
Zihinlerin ve onların ürünü kitapların beni en çok etkileyen yönlerinden biri; yüzlerce sayfada bir ömrü anlatabilirken yalnızca tek bir günü veya saati sayısız bakış açışı ve detayla da Babam Süt Peşinde, çocukları ve içimizdeki çocukları hayaller arası seyahate bekliyor.
“Bakkala diye çıkıp…”
Bu cümleyi zibilyon çeşit sonla bitirebilecek deli yüreklere şiddetle tavsiyemdir.