I

2015, Şubat 6

Fransa, Bordeaux


"Mutluluk, zarif bir kelebek gibidir."


Dudakları kıpırdıyordu ve gözlerini bir an bile oradan ayırasın gelmiyordu. Gülümsüyordu. Mutlu olduğu belli diye düşündün ancak emin değildin, bu konuda kesin konuşacak kadar öz güven sahibi değildin. Tıpkı ne demek istediğini anlamadığın gibi. Kapkaranlık zihninde kelimeler yankı buluyordu fakat yankılar bir resme dönüşmüyordu. Kaşlarını çattın, her zaman yaptığın gibi; anlamadığını sen ifade etmeden evvel zaten bilen kadının dudaklarında şimdi acıyan bir gülümseme vardı. Sana acıyordu. 


"Ne kadar çok kovalarsan senden o kadar çok kaçar."


—Sana acıyordu.


Biliyordun. Daha önce de görmüştün: Ona mutluluğu başkasıyla bulması gerektiğini söylerken ve zaten bulmuş olduğundan habersizken. Sıradan bir günde, telefondayken. Bir süre cevap vermemişti ve konuştuğunda da sesindeki rahatlamayı hissetmiştin. Bu sinyal seni de rahatlatmıştı. Ağzından çıkana dek üzüntüden ölecek gibi hissedebileceğini düşünmeden aramıştın onu. Benden daha iyisini hak ediyorsun. Tüm ömrünü benim gibi biriyle geçiremezsin. Ayrılmak istiyorum senden.


Ne kadar da duyarsız görünüyordun kim bilir. 


"Fakat dikkatini başka şeylere çevirirsen..."


Başka şeyler. Bu ben olamam diye düşündün. Duygusal anlamda yoksunluğun düşünemediğin anlamına gelmiyordu. Belki karşında konuşan kadından bir tık daha yukarıda düşünüyordun. İmaları anlayamazdın, empati kuramazdın belki ama kelimeler kâğıt kadar keskindi. Başka şeylerden kasıt o adam olmalı, diye düşündü. İçinde bir his vardı, yakan ve acıtan. Dünyayı ayaklarının altından çekip alan, mideni kaldıran. 


Acıyan gülümseme, kafanı karıştıran binlerce mimiğin içinde kaybolup yerine yenisini bırakırken senin yüzün... Her zamanki gibiydi. Bakışların kadın hariç her yerdeydi ve o buna fazlaca alıştığı için umursamıyordu bile. Sadece konuşuyordu, konuşuyordu ve tadını çıkarıyordu hayatının. Sarı, dalgalı saçlarını başını savurduğu edalı bir hareketle kenara atmıştı şimdi. Güzel göründüğünü düşündün, bir daha bu görüntüyü asla tekrar göremeyeceğini fark ettin. Kadın, elini kendi omzuna yavaşça pat patladı. Dersini anlatmaya devam ediyordu küçük çocuğuna,


"O gelir ve nazikçe omzuna konar."


Bakışlarını kadının ayakkabılarının ucuna indirmiştin ve sadece...

Ne söylemen gerektiğini bilmiyordun. Zihnin bomboş değildi elbette, akıp giden bir şeyler vardı ancak bunlar kadının istediği yanıtlar değildi. Gözlerini kırpıştırırken bir daha o sarı saçları tekrar tekrar savuruşunu görmeyeceğini düşünüyordun. Bir fikre saplanmış, o fikirde sabit kalmıştın. Başın dönüyordu ve gitmesini istemezken, aslında burada olmadığını da fark ediyordun. 


"Anladın mı Julien? Mutlu olmak istiyorsan kendini zorlamamalısın demek istiyorum. Bir gün sen de aradığını bulacaksın. Pardon, aradığın şey seni bulacak."

"Anlıyorum. O kelebeğin senin için ben olmadığını biliyorum, mutluluğu senden uzaklaştırdığım için ü-üzgünüm. Beklediğine değmiş olmalı."


Uzun bir sessizlik ve kadın senin yüzüne bakıyordu hâlâ. Unuttuğun veya yanlış yaptığın bir şey olduğuna emindin. Ayakkabının içindeki parmaklarını çıtlattın, terliyordun. Kadını bilinmez sırrıyla yaralamıştın ama senden o kadar uzaklaşmıştı ki artık eski günahların tasasını çekmiyordu ve sen... Bilmiyordun bile. Hissetmiştin ama dile getirmeyecek kadar ona yük olduğunun farkındaydın.


Dudakların aralık kalmıştı yapbozun doğru parçasını arıyordun deli gibi. Bu cümlenin sonuna tık diye oturan, duymayı beklediği o şey... Ne ise? Eledin ve seçtin yüzlerce söylenesi kelimenin içinden iki tanesini, 


"Senin adına çok sevindim. Düğününüz ne zaman?"


Kadın gülümsemişti ve sen de doğru parçayı bulduğuna emin oldun. Hâlâ o sarı saçların savruluşunu bir daha asla göremeyeceğini düşünüyordun. 


"Baharda yapmaya karar verdik, havalar çok ısınmadan. Aile arasında bir şey olacak çok fazla masrafa giremeyiz."

"Oh,"

"...Umm, Julien, sen de düğüne katılmak ister misin? Ayrılalı birkaç sene oldu ve iyi arkadaşlar olarak kaldık. Düşündüm de... Eğer bu durum seni rahatsız etmeyecekse?"


Kadının yüzüne bakmak ve bakmaya devam edebiliyor olmak için çabalarken artık bu çabaya bir son vermiştin. Gözlerini kaçırdı ve derin bir nefes aldı. Gitmek istiyordu, gerçekten istiyordu. Onu gelinlik içinde görmek, mutlu olduğunu bilmek hoşuna giderdi. Ama insanlar ve onların söyledikleri aptalca kelimeleri anlamak için harcayacağı çabayı düşünüyordu, anlamadığı ve karşılık veremediği her girişimde yüzünü eğip yanından uzaklaşan insanları hayal ediyordu bir bir.

Gerçekten gitmek istiyordu. Kalabalığı ve Diana'nın eski sevgilisi olan şu tuhaf adamla tanışmaya gelecek insanları da hayal ediyordu, eski sevgilisinin düğününde acaba kaçırdığı güzelliğin ardından ağlayacak mı diye ona dönecek bakışları. Ağlarsa ona acıyacakları, ağlamazsa duygusuz pisliğin teki ilan edecekleri anı tasarlıyordu kafasında. Muhtemelen ağlamayacaktı ve gülümseyip alkışlarken bile hayatında asla böyle bir anın başkahramanı olamayacağını fark edecekti. Kimseye mutluluk getirmeyeceğini. Yeryüzündeki amacının ne olduğunu sorgularken bir kilisenin ahşap sırasında oturacak ve Tanrı'dan daha da uzaklaşacaktı. Her şeye rağmen Diana'ya değer veriyordu ve tüm korkularına rağmen nihayet yanıtladı,


"Gelirim."


Derin ve titrek bir nefes ciğerlerine inene kadar tüm etini yakmıştı. 


Söyleyemedikleri, söylediklerinden daha fazla olan bir adamdı Julien. Kadın şimdi onun yüzüne bakarken alt tarafı kabul edecek olmanın neden bu kadar uzun sürdüğünü merak ediyordu; Julien'den sıkılıyordu, onu seviyordu ama ayrıldığına mutluydu. Bomboş bir zihne sahip olduğuna o kadar emindi ki. 


"Alt tarafı gelirim diyecektin Julien. Ne giyeceğini mi düşündün?"

"Hayır."


Alaya karşılık sade bir cevap. Ne bir kırılma belirtisi ne de başka bir şey. Kadın gülümsemişti ve Julien de gülümsüyordu; kendisine dokundurduğunu fark etmeksizin şakasını komik bularak üstelik. Fakat şakası komik değildi. Tıpkı kelebek hikayesinin acımasızlığı gibi. Kağıt kadar keskin, kestiği anlaşılmayan, kanatan ama acıtmayan. Farkına varılmayan.


Onu bahara kadar son görüşündü. Ve haklıydın, sarı saçlarını bir daha asla o şekilde savrulduğuna şahit olamadın. Onun hakkında düşünmen gereken her şeyi bir güne sığdırdın ve sana miras bıraktığı alışkanlıklarıyla beraber yaşamaya devam ettin.