2015, Mart 6

ö ğ l e n


"Hislerim kör bir bıçak gibi, gözlerine bakmak isterken sözlerini kaybediyorum, konuşmaya çabalarken düşüncelerim kilitleniyor, ulaşmak istediğime adım atacak kabiliyetim yok, istemediklerim boğazıma yapışıp beni dibe çekerken; istediğim hiçbir şeye ulaşamıyorum: Ulaşsam dahi elimde tutacak bilincim yok. Hayallerinin sudan olduğunu idrak ettikten sonra, ne kadarına sahip çıkabileceğini hayal etmek... Seni de yormaz mıydı?

İşte ben böyle bir adamım Sofia.

Ben sana mutluluğu getirecek olan o kelebek değilim. Bekle Sofia, bekle. Gerçekten istediğine er ya da geç kavuşacaksın ve bu arada ben senin yoluna taş koymak istemem, seni istemeyeceğin davranışları yapmaya zorlayamam. Onursuz bir kadın olmana sebep olamam."


Julien Beauregard, bu güne başladığında ardında kırık bir kalp bırakacağını bilmiyordu. Tutmuş olduğu eli ovalarken neden böyle yaptığına bile emin değildi; ilk kez zorlanmadan birinin gözlerine bakabilmiş ve orada gördüğü hissin de hüzün olduğunu anlayabilmişti. Bu kısacık, gurur veren buruk bir andı.


118 - Bağırdı bana doğru: "Ötekilere değil de niçin bana bakıyorsun bunca dikkatle?"

121- Dedim ki: "Belleğim yanıltmıyorsa beni, saçların kuruyken de görmüştüm seni:

Lucca'lı Alessio Interminei'sın sen; ötekilere değil de sana bakmamın nedeni bu.


Tanrı'ya ulaşmayı hedefleyen yapının çatısı yüksek ve sivriydi. İçi gösterişli ve karanlık; ancak güzel kokuyordu. Çevresindeki her şeye fazla duyarlı olan bir adamdı Julien Beauregard ve bu duyarlılık hassas bir kalple beraber fazla açık olan bazı algılardan da dolayıydı. Kokular, sesler, ışık ve tat; sosyal iletişim gerektirmeyen her şey... Komik değil mi? İşe yaramayacak bir sürü yetenekle donatılmıştı. Camdan bir fanus içinden başka bir küreye bakar gibi, dünyaya kendi gözünden bakan, onun içinde olmak isteyen ama incecik şeffaf bir camla ayrılmış olmak... ne kadar da komikti.


Farklı bir espiri anlayışı olan adam gülümsedi; yani Julien, yanındaki kısa boylu esmer kızı dinliyordu şimdi. Kilisede ortalara denk gelen bir sırada oturmuş, törene on beş dakika kala eski günlerden konuşmanın sakıncası olmayacağını düşünüyorlardı. Diana'nın eski bir arkadaş grubundan olan Sofia, Cezayir asıllı bir Fransız'dı. Julien'i burada gördüğüne şaşırmış ancak sevinmişti de. Sofia, Diana'dan pek fazla hoşlanmazdı ama bir şekilde arkadaşlardı, hala. Bazı insanlarla arkadaş kalabilmek için çaba harcamanız gerekirdi ve Diana o türden bir insandı; sizde ne huzur bırakırdı ne de bırakıp gitmenize izin verirdi: Ancak severdiniz de onu, Diana has bir insandı, Diana masaya yumruğunu vurabilen, istediğini her zaman elde eden hayran olunası bir kişilikti. Reddetsek de, kıskansak da Diana'yı herkes severdi.


"Bu mekan bana huzur veriyor."

"Beni ise rahatsız ediyor."

"Günahkarın teki olduğundan mı? Öyleyse bu günlük rehberin olmama izin ver Julien."

"Hayır, mimariden dolayı."

"Hmm? Nasıl yani? Bence içerisi çok güzel. Sade ve şık ayrıca şu lila rengi çiçeklere bayıldım. Sence de çok güzel değiller mi?"

"Lila rengini sevmem; Ne mor ne de beyazdır, tuhaf ve soğuk bir renk... Mimari rahatsız edici çünkü insanlar sivri ve yüksek bu binaların Tanrı'ya yakın hissetmek için yapıldığını iddia ediyor. Bana kalırsa, şayet bir şekilde bu bina Tanrı'ya ulaşırsa eğer... Onu rahatsız etmekten başka bir şeye yaramaz. Uçları keskin bıçaklar gibi, sivri ve sadece acıtıp kanatmak için sivriltilmiş. Ne dersin Sofia, sence Tanrı'yı öldürmek istiyor olamazlar mı? O'nun için yapılan bir mabedin, O'na battığını ve öldürdüğünü düşünsene... Komik olmaz mıydı?

Rehber derken; Vergilius gibi mi? Bana bu cehennem çukurunda rehberlik mi etmek istiyorsun?"


Sofia gözlerini Julien'e dikmiş, ağzı hafif aralık kalmış öylece bakarken kelebek kanatları kadar uzun takma kirpiklerini kırpıştırdı. Esmer teni pürüzsüzdü ve kara yanakları tatlı bir pembe allıkla ışıltı kazanmıştı. Kendisine hafif bir gençlik katıyordu bu; on sekizlerindeki bir kız gibi görünüyordu. Tüm söylediklerini düşününce bir şeyler kirlenmiş gibi hissetmişti ve ufak bir kahkaha attı, iki sıra ötedeki erkek tarafından yaşlıca bir hanım ışık hızıyla ikisine döndü ve gözlerini kocaman kocaman açıp dudaklarını büzerek uzun süre onlara baktı.


"Bilmiyorum... Ama şuradaki kadın beni biraz daha güldürürsen törenden atacak. Ve bu düşünceni sakın başka bir yerde söyleme olur mu Julien? Özellikle kilisedeyken."

"Sanırım haklısın." Julien gülümsedi ve gözleri birkaç saniyelik yaşlı kadına kaydığında daha kesin konuştu, "Gerçekten, çok haklısın."


124 - Bunun üzerine ellerini başına vurdu: "El etek öptüğüm için pisliğe gömdüler beni, dilim övgüler düzmekten bıkmak bilmezdi."


On dakika sonra tören başlamıştı. Julien'in kulaklarını tırmalayan başarısız bir piyano sesi patlak vermişti. Gelin ve damat önceden prova edilen merasimi sunarken, Julien sadece izliyordu. Derin ve sakin nefesler alarak, ne hissedeceğini merak ederek bakıyordu tülün ardındaki şık, sarı buklelere.


Söyleyecek her kelime tükendiğinde, sözler ve yeminler edildiğinde, gelinle damat öpüştüğünde ve tören bittiğinde Julien de nemlenen avuç içlerini dizlerinde kaydırdı. Derin bir nefes aldı ve ihtiyacı olan şeyleri görmüş bir adam gibi yüzü huzura erişti.


Sevdiğiniz biri hastaysa, onun yatağında yüzlerce defa öldüğünü görmektense, bir kez gerçekten ölmüş olduğunu görmek sizi teselli edebilirdi. Acıtırdı ama bir kereye mahsus olurdu bu acı.


Julien acıyıp acımadığını bilmiyordu; sadece rahatlamış hissediyordu. O adamın yerinde asla olmaması gerektiğini idrak ediyor ve bu düşüncenin de kendisini mutlu etmesine izin veriyordu. Hissettiği ufak tefek telaşların, hüzünlerin, yetersizliklerin bir önemi yoktu; Diana mutluydu ve bu Julien için yeterliydi.


Ayrıca hayat sürprizlerle doluydu: O sarı buklelerin savruluşunu bir kez daha görebileceğini düşünmezken şimdi gariptir ki bir hediye almıştı.


Kilisenin arka tarafında büyük bir bahçe vardı ve bazı konuklar yemeğe kalacaktı. Julien de bunlardan biriydi. Kilise içerisindeki kalabalık yavaş yavaş dağılıp bahçeye çıkarken, Sofia ve Julien de dışarı çıkan güruha öncülük etmişlerdi. Ne de olsa Sofia, bu günlük Julien'in Vergilius'uydu ve o yanındayken olası tehlikelere karşı daha güvende hissediyor, anlaşılması güç kelimeler işittiğinde kafasının karışmasına izin vermeden araya giren Sofia'ya büyük bir minnet duyuyordu. İnsanlarla konuşmak isteyip konuşamamak... Yıpratıcı bir histi. Konuya nasıl gireceğinizi tam olarak kestirememek, aklınıza bir cümlenin dahi gelmemesi, siz bunları düşünedururken hedefin çoktan yerinden ayrılması gibi. Sofia yanındayken bunlardan endişe duymuyordu, eski arkadaşlarıyla karşı karşıya gelebiliyordu, hatta duyduğu güvenle birkaç muhabbete kendisi de girişmişti ve sonunda idam edilmeyecek olduğunu anlamıştı; ne kadar rahatladığını tahmin edebilir miydiniz?


Sadece beş dakikalığına içeriye girmesi gerekmişti Julien'in. El sıkıştığı kadının kremi kendi eline bulaşmıştı ve yarım saat sonra bu kokuya katlanamayacak düzeye gelmişti. Ellerini yıkamalı ve bu rahatsız edici fazlalıktan kurtulmalıydı. Sofia birkaç kez Julien'in elini koklamış ve hiçbir şey kokmadığını söylemişti ama Julien kusacak gibi hissediyordu.


Kokulara karşı aşırı duyarlı olmanın bu gün ikinci kez midesini bulandıracağını bilemezdi elbette.

Kiliseye açılan üç metre boyundaki kapıya ulaştığında tuvaletin nerede olduğunu düşündü. Kilisenin içinden geçerse kestirme olacağını düşünmüştü. Her neyse-


127 - Rehberim bana: "Gözlerini" dedi,

"biraz daha öteye çevir de, kir pas içinde, saçları cadı gibi, şu kızın yüzüne bak iyice, boklu tırnaklarıyla vücudunu kaşıyor, kah yere çömeliyor, kah ayağa kalkıyor.


"Evlendiğimiz için çok şanslı hissediyorum. O gerçekten mükemmel bir adam ve aşırı eğlenceli biri. Balayında bir sürü tehlikeli şey yapacağız. Biliyor musun harika bir motoru var! İsmini devamlı söylüyor ama unutuyorum... Pahalı bir şey işte ne fark eder. Onunla hız yapmaya bayılıyoruz! Gerçekten müthiş zevkleri var."

"Farkettim Diana, ayrıca... Çok yakışıklı biri- Nereden buldun bu adamı? Tüm yakışıklılar kapında sıraya mı girdi ne? Sırrın nedir??"

"Üç sene önce tanıştık- Şey... Julien'den ayrılalı biraz olmuştu. Onu biliyorsun biraz tuhaf, inan çok çabaladım ve adamda ne bir adım ilerleme var ne de gerileme. Çok yıpranmıştım hatırlıyor musun? Her gün ağlıyordum kimseyle konuşmuyordum. Benle devamlı kavga ediyordu. Sonra da bıraktı beni zaten..."

"Hah, şaşırmadım. Düğününe gelmiş... En mutlu gününde- Bir de oturmuş geniş geniş alkışlıyordu inanabiliyor musun?"

"Aslında onu ben davet ettim, belki bir şeylerin farkına varır diye ama neredeee.... Neyse, bak o günler gerçekten kötüydüm ve Julien'in dalga geçer gibi her zaman aldığı AYNI hediyelerden gına gelmişti. Sonra Harry bana bu parfümü hediye etti. Bu parfümü her kokladığında tüylerinin diken diken olduğunu anlatıyordu saatlerce telefonda. O zaman aşık olduk birbirimize. Ne kadar romantik değil mi? Onun vücudumda öptüğü her bir köşeye o parfümden bir kez sıkıyordum..."

"Hiç utanman yok Diana! Biri duyacak sus."

"Duyarsa duysun, artık çok geç... Evlendik bile!"

"Doğru ya- Neyse. Hadi misafirler yerlerine geçmiştir daha fotoğraf çekileceksiniz."


Julien Beauregard için söylenebilecek pek fazla şey kalmamıştı geriye.

Diana parfümünü değiştirdiğinde Julien ile hala beraberlerdi. Arada değişiklik güzel oluyor Julien, denemelisin dediğinde yeni kullanmaya başladığı markanın tüm parfümlerini teker teker öğrenmişti, değişik ve güzel bir koku bulabilmeyi denemişti. Aldıklarının hiçbirinde bulamadığı o şeyin ne olduğunu hep merak etmiş olan Julien, yanıtı bir gün alabileceğini hiç aklından geçirmiyordu.


Derin nefeslerle inip kalkan göğsünü sakinleştirmek zordu tıpkı bulanıklaşan görüntüsünü açmak ve yoluna devam etmenin güç oluşu gibi. Uğuldayan kulakları yüzünden müziği işitmiyordu ve buna memnundu, piyanodan yükselen ses hala korkunçtu.


Şimdiyse ellerini lavabonun kenarlarına yaslamış, aynada kızarmış gözlerine bakarken gördüğü görüntüye katlanamıyordu. Basit olarak, onu oradan söküp atmak, yerine başka bir adam koymak ve işlerin yolunda gideceğine emin olmak istiyordu. Belli bir yaşa kadar çiftlerin birbirini aldatmasının yıpratıcı bir his olduğunu bilmezdi. Keşke bunu hiç öğrenmeseydim diye düşündü. Dişlerini birbirine geçirdiğinde öfkesine daha fazla katlanamadı. Tüm gün, sabahtan itibaren sıkmış olduğu yumruğunu son gücü ve hızıyla aynaya geçirdi. Elini oradan çekmeden, tuzla buz olan kırıkların yansıttığı yüzlerce aksine bakarken düşünüyordu. Her şey neden bu kadar karmaşık olmak zorundaydı? Neden Diana bunu yapma ihtiyacı hissetmişti? Julien bunu hak edecek ne yapmıştı ya da yapmamıştı? Bilir misiniz, Diana göründüğü kadar korkunç bir insan değildi ve Julien'i gerçekten sevmişti... Peki o halde sorun neredeydi? Sorun muhtemelen Julien'deydi.


Julien bir kez gözlerini kırptı ve aynı anda yüzlerce göz de onunla beraber hareket etti. Hiçbiri yanıtı bilmiyordu, hiçbiri teselli edecek bir bakışa sahip değildi. Elini aynadan indirdiğinde lavaboya akan kanı yıkadı, elini havlu kağıda sardı ve rehberinin yanına döndü.

"Hey, Sofia. Sana bir şey vermek istiyorum."

"Nedir o?"

Siyah kadife bir kutunun hediye paketini yırtar Julien, midye kabuğu şeklindeki el oyması çıtçıtı kaldırdı ve kapağı açtı. Sofia'nın gözleri büyümüştü ve adamın kolunu çekiştirip ne yaptığını sordu. Julien gülümsedi ve pırlanta bilekliği kızın esmer şeker rengindeki güzel koluna taktı, "Bence yakıştı. Ya sence?"

Sofia büyümüş gözlerindeki çılgınca merağı gizleyemezken kendisine söylenmeyen o sırrın ne olduğunu merak ediyor ve bunun gerçekten korkunç bir şey çıkmasından da korkuyor - Fakat şaşırmayacak gibi hissediyordu, nedense. Nedense.

Kız, derin bir nefes aldı, Julien'in eline baktı ve kilisede kendilerine bakan o kadının dudaklarını büzüşü gibi büzdü ağzını. Bu Julien'i gülümsetmişti.

Sofia, Julien'in koluna girdi. Tebrik ve fotoğraf çekilmek için yanlarına gelen çifti, birer çift olarak karşılamaya kararlıydı. Diana kocaman, güzel bir gülümsemeyle yanlarına gelip Julien'e sarıldığında, Julien de ona sarıldı, Harry ile tokalaştı ve her zamanki gibi öğrenilmiş gülümsemesiyle gülümsedi.


Eğer hisleri ve doğal olması gereken davranışları yüzlerce kez gittiğiniz psikolog seanslarındaki gösterilmiş kartlardan öğrendiyseniz, bazen hayat sizin için diğerlerine olanlardan daha kolaylaşabiliyordu. Bazen, sadece bazen.

Sofia esmer bileğinde daha da ışıltılı duran bilekliği Diana'nın gözlerinin önünde kaldırdı ve sesine iyi ayarlanmış bir nisbet tonu kondurdu ki Julien ister istemez tek kaşını kaldırmıştı, "Bak Diana, Julien bana ne hediye etti."

Diana zar zor gülümsedi ve konuşmak istemezken sadece bilekliğe bakıyordu. Kendi düğününde bir başka kadına hediye verilmesi ağırına gitmişti ve bunun sebebini anlayamasa bile Julien'in bir haltlar çevirdiğine emindi. Çok sinirlenmişti öyleki gözlerinden ateş fışkırdığını görebilirdiniz. Julien için kadının ne hissedeceğine dair olası şıklar elendi, onu kızdırdığını gördü ve bunun keyfini çıkardı. Harry gülerek araya girdi, "Gelinleri mi karıştırdın Julien?"

"Hayır. Diana senin gelinin. Sofia ise benim gelinim. Sen kendi gelinine hediye almakla sorumlusun. Öyle değil mi? Aldın değil mi?"

"Aldım tabii ki- Henüz takmadım ama, daha sonra özel bir anda vermek istiyorum." Julien gülümsedi ve bu yalanı yutmadı; şimdi bu karta bak Julien, sence bu adamın bakışı ne anlatıyor? - Şaşkın mı? - Tekrar bakmanı istiyorum, mimiklerine odaklan, dikkatli oku, acelemiz yok. - Yalan söylüyor! - Yalan söylüyor, doğru. -- Başıyla onaylayarak takdir ettiğini belirtti.

"Gerçekten çok şanslı bir kadınsın Diana... Hadi fotoğraf çekilelim. Fazla zamanım yok erken ayrılmam lazım."


Harry ve Julien, Diana ve Sofia yan yana durmuş fotoğrafçıyı bekliyorlardı. Harry, Julien'in eskiden Diana ile sevgili olduğunu biliyordu ve son cümleden sonra nedense gururlu hissetmişti. Julien'in elinden kaçırdıkları uğruna üzgün hissettiğini düşünmüş ve bu kendisine değerli bir ganimete konmuş olduğunu hissettirmişti. Harry kendisiyle gururlu oluşunu gizlemeden dimdik durup gülümserken başını Julien'e çevirdi.

"Onu elinden kaçırdığın için şanssız hissediyor musun?"

"Hayır, hissetmiyorum. Aslına bakarsan, çok rahatlamış hissediyorum şu anda."

Harry bu dürüstlük karşısında afalladı ve düğün fotoğraflarına gülümsemeyen tek adam olarak geçti.


133 - "Verdiğimi sevdin mi?" diye sorunca sevgilisi, "Hem de nasıl!" diye yanıt veren Thais orospusu bu.

136 - "Gözlerimiz artık görmeye doydu."