Neden diktiğin lavantanın yapraklarını hınçla koparıyorsun? Neyin acısını kimden çıkarıyorsun?


Bekledim didem, zaman kavramının anlamsızlaşması kadar uzunca bir süre bekledim. Yağmur öncesi boğuk bir sıcağın altında, tenime tek bir yağmur damlasının değmesini... Canım acıyor. Bunu son 1 yıldır o kadar çok söylüyorum ki… Ama sadece sana söylüyorum. Canımın acısının yükü, sırtında sepet taşıyan bir hamala benziyor. Günün sonunda o kadar ağır oluyor ki yükü, kendisinin bile duyamayacağı bir sesle "Canım acıyor." diyor. Sen benim kendimin bile duymadığı sesimsin didem. O yüzden her canım acıdığında pansuman niyetine gelip senin sularında yıkanıyorum. İrinimi akıtıyorum...


Lavanta fidem yeni yeni tomurcuklanıyordu. O tomurcuklar açtıkça su yeşili saksısında, sanki lavantalar merhem olup yaramın üstüne kapatıyordu kendisini. Bekledim, elimde lavanta fidemle ve kendime bile itiraf edemediğim bir acizlikle onunla karşılaşmayı bekledim. O kapıyı açmaya hazır olana dek yollarında ne kadar çakıl taşı varsa topladım tek tek kendi içimde. Topladım ki eğer bir gün kapıyı açıp davet ederse beni içeriye, en temiz halimle gideyim ona -içimde hiçbir öfke veya kırgınlık kalmasın istedim- Zaman kavramının anlamını yitirdiği o uzun bekleme sürecinde, bir şeyi başardığındaki yüz ifadesiyle içimde binlerce çiçek açtı. Sanki çocuk bayramında şiir okuyormuş gibi bir gurura kapıldım, gurur duydum onunla. Karşılaşma ihtimalimizin olduğu her an yüreğim ağzımda atarken adımlarımı, gözüm hep onu aradı. Kapısının önünden fidemi ayırmak istemedim, o fide ona güç versin, evi buram buram lavanta koksun istedim.


Şimdi, kapıyı açtığı kişi ben değilim. Evine, hayatına aldığı kişi... İçimde anlamlandıramadığım bir haksızlık duygusu var, hesap sorma isteği ile beraber. "Neyin hesabını, kimden soracaksın? Kimden çıkaracaksın hıncını? Hem bu hınç da neyin nesi?" diye soruyorum kendime.


Onu ilk gördüğüm andan Dikili'de bir defne ağacına, hislerimi ellerim titreyerek açtığım ilk andan tren garındaki son ana dek her saniye fazlaydı benim için, ağırdı. Kırgınım, kızgınım, hayal kırıklığı ile bakıyorum etrafımdaki her şeye. Şimdilerde geçemiyorum sokağından, kapının önünden. Olur da ayaklarım beni sürüklerse eğer, dalgın olduğum bir gün alışkanlıkla senin sokağında bulursam kendimi, pencerene bakmama gayreti içerisindeyim. Çünkü kırgın bakmak istemiyorum sana. Canının yanmasından korkuyorum.


Hayatında, değer verdiğin bir çiçeğin yaprağı olmak isterdim. Baktığın zaman beni hatırlayacağın bir şey olsun isterdim hayatında. Eğer kapını biraz olsun aralasaydın gülümseyerek okuduğun bir kitapta hatırlamanı isterdim beni ya da bir ajandada. Vals yaparken aklına gelmek isterdim veya pek de anlamlı bulmadığın şiirleri üstten üstten bakarak okurken... Sen her defasında o kürsüye çıkıp okuduğunda şiirini, arka tarafta gözlerim ışıl ışıl alkışlamak isterdim seni, göğsüm gururdan öyle bir kabarsın ki dünyalara sığmasın isterdim. Yüzüne bakarken, güzelliğinden gözlerimin doluşunu görmemem için gözlerimi kaçırmak isterdim mesela.


En nihayetinde bunların hiçbiri olmadı. Ben, elimde lavanta saksım ile evinin önüne bıraktığım lavanta yapraklarını toplarken buluyorum şimdi kendimi. Kokusu hiç gelmemiş ki evine zaten, ben kendimi kandırmışım sadece. Lavanta fidemi de alıp yarım kalan evime dönüyorum. Kendime dönüyorum tamamlanmak için. Seninle aynı sokakta karşılaşmamayı umuyorum çünkü olacaklardan korkuyorum.