Öylece bakıyor. Bir şeyler anlatıyor bana gözleriyle. Önce yavaşça kırpıyor gözlerini. Hiçbir şekilde hızla yapmıyor, yapamıyor bunu. Öylesine, gayet sakin ve yavaş. İstese de hızlı olamaz zaten. Gözünü kırptıktan sonra göz kapaklarını da olanca yavaşlığıyla kaldırıyor. Bu ufacık hareket bile yoruyor onu besbelli. Gözleri de mahmur, yorgun. Anlatıyor her şeyi, ağzıyla değil gözleriyle.


“Yorgunum. Baksana hâlime, gözümü kırpmak bile çok zorluyor beni. Konuşmayalı zaten seneler oluyor, dilim prangalanmış; ömür boyu konuşmamaya müebbet yemiş. Üstelik hiçbir suçu da yok.  Ne yapayım şimdi abla? Hangi acıdan bahsedeyim sana? Bahsedemem ki. Öylece bakmasını bilirim ben. Karnım mı aç? Belim mi ağrıyor? Yastık sert mi geldi? Hava mı sıcak? Uykum mu var? Susadım mı? Burnum mu kaşındı? Belki de ölüyorumdur başımın ağrısından? Bilebilir misin abla? Anlatamamak, konuşmak isteyip de konuşamamak nedir bilir misin? Birinin seni anlaması için her şeyini gözlerine yansıtmak zorunda olmak, ağzını açıp tek kelime edememek çok zor abla. Sen yapabilir misin bunu? Katlanabilir misin bunca acıya? Sanmıyorum. Hem sen zaten çok kırılgansın. Kaldıramazsın. Ağlayıp sızlanırsın sürekli hâline. Kabullenmek istemezsin ki. Sen benim gibi değilsin abla. Evet çok güçlüsün ama sabırlı değilsin. Bak bana! Ben senelerdir susuyorum. Durumumu da kabullendim üstelik. Evet, belki hâlâ neden bunca şeyin benim başıma geldiğini anlayabilmiş değilim ama yine de isyan etmiyorum.

Çok acı çekiyorum bu da doğru. Ama en azından hayattayım, bu da yetmez mi? Ne olursa olsun tutundum ben hayata. O ameliyat masalarına ruhumu teslim edip gitmedim. Direndim! Biraz daha yaşamak için, nefes almak için, var olmak için direndim! Şimdi onca acıya rağmen hâlâ da direniyorum. Çok mu mutluyum sanıyorsun beni? Değilim abla. Her geçen gün başka bir yerim ağrıyor. Gün geçtikçe tükeniyorum, bir gün daha yaşayacak hâli bulamıyorum kendimde. Ama yine de direniyorum. Sen de diren abla, diren.

Asla pes etme.”