Üşüyorum, battaniyemin olması gereken yerde olmadığını fark ettim. Yavaşça gözlerimi aralarken soğuğun vücudumda yayıldığını ve tüm vücudumu bir virüs gibi kapladığını hissettim. Öylece, birazdan geçecek bir his olduğunu düşündüğüm bir histi bu. Yavaşça battaniyemi üzerime çektim ve bana verdiği sıcaklığın tatlılığına bıraktım kendimi.

Üşüyorum, gözlerimi araladım ve güneşin henüz doğmadığını fark ettim, tekrardan üzerime çektim battaniyemi ve tekrardan o tatlı, o yumuşak ve o sıcak hisse bıraktım kendimi. Üşüyorum, lanet battaniye! Ne diye alırsın çocukluğumda annemin kolları arasındaymış gibi olan hislerimi benden?Araladım gözlerimi, güneş doğmuş. Penceremden perdemin tam kapatamadığı aralıktan içeri giren gün ışığı gözlerime çarptı. Ovuşturdum gözlerimi, kafam dün geceden kalmış gibiydi. Her sabah olduğu gibi yine, yine geceden biralar ve şaraplar içilmiş, unutmak istenmiş bir şeyler. Gitmesini, yine aynaya bakınca gördüğüm tek şey olan saf yalnızlığımın artık gitmesini istemişim. Ayaklarımı yataktan indirirken o eski, yıllara yenik düşmemiş, sadece birkaç yayının cızırtı çıkarttığı yatağımın yay sesleri eşliğinde dikildim odanın ortasında. Ev soğumuş, soğuğun tenimde hissettirdiği ürperme hissiyle birlikte tüylerim diken gibi olmuş, çıplak ayaklarla bastığım betonun soğukluğu karnımı ağrıtmaya başlamış, içeriyi aydınlatan güneş ışığı gözlerimi kamaştırmıştı. Sessizce banyoya gidip yüzümü yıkamak istedim, bir an önce ayılmak istedim. Fakat içimde hissettiğim açlığı bastıramadım. Uyanmasını istemediğim köpeğimin yanında geçerken parmak uçlarımla yürümeye başladım. Tabii ailemden bana kalan, çocukluğumu geçirdiğim evimin parkelerinden ses çıkmamasını ummuyordum. Çat pat parke sesleri arasında yürüyordum. Yavaşça köpeğimin kafasını kaldırdığını gördüm.

O hep aynı bakış; masum, sessiz ve sevecen... Dönüp baktığımda artık onun da bu evden sıkıldığını ve yeni parkeleri olan, her sabah uyanmak zorunda kalmayacağı, üzerinde uyuduğu eski, geçen döktüğü tüylerinin bile hâlâ üzerinde bulunduğu yastığının değişmiş olmasını ve iyi yiyeceklerle beslenmek istediğini düşündüm. Yavaşça açtığım dolabın kapağının cızırtısı eşliğinde gözlerimle yiyecek bir şeyler bakındım. Her zamanki gibi boş bir dolap, üst tarafı şarap şişeleri, biraz alt kısmı ise bira şişeleriyle doluydu. Uzun süredir tükettiğim ve hiç bıkmadan, içip içip sonra da zar zor üzerime almaya çalıştığım battaniyemle sızmayı beklediğim ve uyku hapı niyetiyle kullandığım şarap ve biralar. Uzun bir süredir mideme doğru düzgün yiyecek bir şey girmemesiyle son haftalarda verdiğim birkaç kilonun vücudumdan sessiz sedasız gittiğini fark edebiliyordum. Uzun zamandır bir şeyler yiyememiş olmanın ve sürekli içip sızmayı beklemenin verdiği bir yorgunlukla kapattım dolabın kapağını. Yavaşça pencereye doğru gidip perdeleri açtım, sonra da pencereyi. Yavaşça yalnızlığın kendine has o iğrenç kokusunun odadan çıkmaya başladığını hissettim. Attığım adımda ayağıma çarpan şarap ve bira şişeleri eşliğinde kendimi odada bulunan birkaç şeyden biri olan tekli koltuğun üzerine bıraktım. Oturur oturmaz koltuktan çıkan toz zerrecikleri alışkın olduğum bir edayla öksürttü beni. Kendimi bıraktığım tekli koltukta tekrar uyuyakalmışım. Tekrar gözlerimi araladığımda güneş valizini toplamış bir yabancı gibi koşar adım odamı terk etmeye başlamıştı.

Araladığım gözlerim, tam da karşımda duran tozlu bir tabloya ilişti. Şarap ve biralardan bulanıklaşmış beynimin içinde tabloya ait bir şeyler hatırlamaya çalıştım. Uzun bir süredir kullanmadığım beynimi ne kadar kurcalasam da bir şeyler bulamadım. Çukura düşmüş bir çocuk gibi çırpınan düşüncelerimden başka en ufak bir şey bile yoktu.