“Baktığın benim, gördüğün sensin.”


Fersah fersah uzak durduğun ben değilim, kendi yaran, kimse bilmesin diye özenle sakladığın kusurun, kaçtığın şey aslında benim gözlerimle sana gülümseyen çocukluğun. 


Kafanda dönüp duran hep aynı sorular, ne diyordu Cahit Sıtkı, “ne yaptın tarlanı, nerde hasadın? Elin boş mu gireceksin geceye?” Kaç yaşına geldim, hala aynı çaba, yarabbim ben ne için uğraşıyorum diyen o lanet iç sesin.


Aynı yerinden bin kere kırılmışlık, hep güvenmişlik, hep aldanmışlık. O da yer etmiş kör olmayasıca, en ufak esintide sızlamaya başlıyor yine.


O bir türlü başaramamışlık, ne yapsan olmamışlık. Fonda hep “Bu da mı ofsayt hakim bey?” diyen Sadri Alışık.


O bir türlü vazgeçemediğin ama koyverip de sarılamadığın ben değilim, biraz daha yakından baksan göreceksin, o aslında affedip de barışamadığın kendi özün. 


O kırılganlık içinde bir yerde, atamadığım her adımda, her ürkekliğimde, ya başaramazsam dediğim her seferinde, ve yapamadığımda şefkatle sırtımı sıvazlayan elin, “üzülme ben yanındayım” diyen sesin, aslında kendi içine doğru seslenişin, kendini teselli edişin. 


Her güldüğümde gülüşün, her gözyaşımda kalbini oyan keder, canımı acıttıkça içinde büyüyen öfke, öylesine yürüyüp giderken ayaklarına batan kalp kırıklarım, seni geceleri uyutmayan o ağrı, o ne idüğü belli olmayan his…Hepsi geçer miydi kendinle derdin bittiğinde?


“Tanrı bana düşmanını sev dedi, ona itaat ettim, kendimi sevdim” demişti bir yazar. Ben itaat etmeyi öğrendim tanrıya, sevdim kendimi. Hem de baya tozumla toprağımla, en çekilmez huylarımla, beceriksizliğimle aptallığımla, bir türlü saramadığım yaralarımla, içimdeki marazımla. 


Seni sevdim…

Sen o kadar bendin ki, aslında kendimi sevdim.


Döndüm dolaştım aynı yere geldim,

Baktığım sendin, gördüğüm bendim. 🌿