Çok değişik gelecek ama rakı-balık yaparken aklıma böylesine değişik bir düşünce geldi. Gerçekten ben bile şaşırıyorum bazen kendime ama sizlere de anlatmak istiyorum:
Bir balık düşünün; suyun yüzeyine yaklaşmış ve bir bulut görüp aşık olmuş.
Her gün onu görmek için yüzeye yaklaşıyor. Bir hamle daha yapsa dışarıda nefessiz kalacak. Bu yüzden hep suya geri dönmek zorunda kalıyor. Ama hiç de vazgeçmiyor, her gün çıkıyor görmek için. Oysa bilmiyor ki asla ulaşamayacak. Her gün deniyor, her gün çabalıyor...
Yüzeye her çıktığında gördüğü her bulutu, aşık olduğu buluta benzetiyor ya zaten. Hep aynı aşkla, aynı sevgiyle bakıyor ve geri dönmek zorunda kalıyor.
Hani yağmur yağsa, "Neden ağlıyorsun?" diyor, o da üzülüyor.
Şimşek çaksa, "Neden kızıyorsun?" diyor, özür diliyor.
Her gün daha çok bağlanıyor, her gün daha çok görmek istiyor. Gördüğü de en fazla on beş saniye belki ama sevmiş işte. İmkansızlığı umurunda değil, bir gün bile bıkmadı o balık bulutunu görmekten.
Öyle ya da böyle günler geçecek belki de ve o balık, bir gün en karanlık "gecesini" yaşayacak. Yüzeye doğru yaklaştığında hayalini kurduğu bulutunu değil, simsiyah bir gökyüzünde tanımadığı yıldızları görecek. Hayatının şokunu o zaman yaşayacak işte. Balıkların ağlaması ilginç olurdu ama ilk kez o balık ağlayacak, kimseler bilmeyecek.
Artık suyun en karanlık yerlerinde, en diplerinde dolaşıyor olacak o balık.
Bulut ise sabahına yine yerinde olacak ama hiçbir şey eskisi gibi de olamayacak tabii ki...
Ayrıca bulutun bırakın özlemesini, balığın farkında bile olmadığını düşünüyorum bu hikayede ben...
Şimdi, ya o balık bir daha hiçbir zaman yüzeye çıkamayacak ve en diplerde yaşayacak ya da dayanamayıp yem olacak.
Biz neye üzüleceğiz peki?
Aradaki imkansızlığa mı yoksa yanlış zamanda onu görmek istemesine mi?
Orasına da siz karar verin derim ben.
Hayatta hiçbir zaman o "balık" olmamanız dileğiyle...