Kalabalığın içinde herkesleşirsin. Caddeye çıkarsın, yürürken farkına bile varmazsın onlar gibi hareket ettiğinin, topluluklar halinde yürürsün tek olsan bile. Bazen onlara yol verirsin, bazen merakından onların arkasına takılırsın. Bir alışveriş merkezinin görkemi seni çeker içine, saat bile yoktur oysa ne de bir pencere o merkezin içinde. İnsana lazım olan, en önemlilerden sayılan zaman algımız burada durur. Taşıtların gürültüsü, esnafın bağırması bir anda susar. Her mağazadan aynı notalara benzer müzikler çalınmaya başlar. Sen yok olduğunun farkına bile varmazsın. Bir an olsun uzaklaşırsın bu kalabalıktan, sıradanlıktan. Bir anlıktır oysa, o da ellerini yıkarken acaba ne alsam diye düşünmeye başlarsın. Tazın herkesleşir, aynı ayakkabıları ister aynı elbiseleri giymek için bazen borçlanırsın. O borçların katlanır, umursamazsın çünkü içindeki yangınına su serpilmiştir. Hala yanmaya devam eder içindeki ateş, sönmeyecektir... Gerektiği kadar ellerini doldurduktan sonra tekrar caddeye çıkarsın, içinin köşelerinde kalmış çocuk bir dilenciye para vermek ister, sen vermezsin, devam eder, bir otobüse binersin. Yaşlılara yer verirsin, dolmuştaysan arkadan bir kişi diye verilen parayı şoföre uzatırsın, bir para alışverişi daha yaparsın. Kolların yorulunca bir kafeye oturur, o ne dediği belli olmayan seslerin arasında beyin hücrelerinin yavaş yavaş yok olduğunu hissedersin ama yine de oturursun. Sonra evine giderken eksikleri alırsın: Bir ekmek, salça, zeytinyağı, kahvaltı için yumurta... Evde yaşayan birisi açar kapıyı sen farkına varmadan yıllardır aynı evdesinizdir. Aldıklarını heyecanla gösterirsin. Bir zaman geçtikten, yıllar sonra yenilerini alman gerektiğini unutarak. Yemek yenir, varsa bir program izlersin televizyondan. Reklamlar daha çok tüketmen için aklınla alay eder. Suçluluk duyarsın bazen, keşke onu değil bunu alsaydım, biraz daha bekleseydim diye... Vakit geçmiştir oysa, senin durmuş gibi hissettiğin vakit çoktan geçmiştir. Gece yarısına vurmuştur saat. Dişlerini fırçalarsın, herkese iyi geceler diyerek yatağına uzanırsın, uyku tutmaz, biraz bir şeyler okuyayım dersin, beyninin o kalabalığın gürültüsünü öyle emmiştir ki artık daha fazla bir şey istemez. Komodinin üstünde duran lambayı söndürürsün. Akıllı telefonundan yarın sabah kaçta kalkacaksan alarmını kurarsın ve anlamadan uykuya dalarsın. Rüyaların çok güzeldir ama sabah uyandığında hepsini unutursun, aptal bir gülümse olur suratında. Alelacele bir şeyler atarsın ağzına ve üstüne dün aldığın kıyafetlerden birkaç parça şey geçirirsin, biraz parfüm sıkarsın ve işe gitmeye hazırsındır. Vücudun uykuya mı ihtiyacı var diye düşünmezsin, yapmak zorundasın, yapmak zorundayız çünkü. Her şeyi bırakıp bir sahil kasabasına yerleşecek halimiz yok ya. Çarklar arasında ezilmeye mahkûm doğmuşuzdur. Eğer yapmazsan delisindir. Yaparsan daha büyük bir kumarın içerisinde kaybolursun, batak çok tatlı bir şekilde çeker içine insanı, kurtulmak istersin ama herkes batıyordur. Şairin de dediği gibi:
"Kıyamet çoktan koptu, haberiniz yok, siz hala güneşin her sabah doğuşuna güvenin..."