Stanley Kubrick’in türüne öncülük eden muazzam eseri “A Space Odyssey (Bir Uzay Macerası) filminin giriş sahnesinde bir arazide toplanan maymunların meraklı bakışları içerisinde gökten siyah bir dikili taş iner. Başlangıçta manasız gibi görünen, maymunlarda merak uyandıran bu dikili taş zaman geçtikçe evrim teorisine göre atalarımız olarak kabul edilen bu maymun türünü etrafında toplamaya başlar. Bu sahnenin üzerinden geçen zaman sahnenin düşüncede yaratılan sıçrayışı betimlediğini gösterdi. Kubrick yaratıcı düşüncenin ‘dışarıdan gelen’ olduğu inancını taşıyordu. Homo Habilis’ten Homo Sapiens’e geçilen bu zaman dilimi kuşkusuz bir ‘an’ değil süreçti ve Kubrick bunu dışarıdan gelen, kusursuz hatlara sahip bir fikirle perdeye aktarmıştı. Düşünsel sıçrayış gerçekleşmiş günümüze uzanan insan serüveni başlamıştı.

Kubrick’in filminin üzerinden geçen 55 yılın ardından Greta Gerwig’in ses getiren filmi olan Barbie de Kubrick’e atıfla açılıyor. Ve bu kez Kubrick’in arazisine benzer bir arazide bebeklerle oynayan kız çocukları vardır ve sanki artık düşünsel bir sıçrama gerekmektedir. Kubrick’in maymunlarının yerini günümüz modern insan yavruları, siyah dikili taşının yerini devasa boyutlarda, ‘olağanüstü’ fiziki özelliklere sahip olan bir Barbie almıştır. Ellerinde eski bebekleriyle oynayan çocuklar Kubrick’in sahnesinde şaşkınlığı yaşayan maymunlar gibi şaşkın bir şekilde Barbie’ye bakar, şaşkınlık geçmeye başladığı andan itibaren de tıpkı maymunların siyah dikili taşın etrafında toplanması gibi Barbie’nin etrafına üşüşür. Siyah dikili taşın dışardan etkisiyle oluşturulan “yaratıcı düşünce” bu kez Barbie ile yaşanmıştır. 

Özellikle toplumsal cinsiyet tartışmalarında çocukların zihinlerinin buna göre nasıl dizayn edildiği anlatılırken kız çocuklarının oynadığı Barbie’lere çok sayıda atıfta bulunulur. Barbie’ler çocukların zihinlerini aslında hiç olmayan sanal bir şeylerle meşgul etmek için vardır. Onlar, 1950’li yılların başında Ruth Handler isimli bir kadın girişimcinin kendi kızından yola çıkarak fikrini oluşturduğu bir sürecin ürünüdür. Bu süreç tam olarak ikinci dünya savaşının sonuçlandığı ve kapitalizmin pik yapacağı dönemin başlangıcıdır. Bir düşünce olarak kökleri beş yüz yıl ya da daha öncesine kadar uzatılabilirse de esas yaygınlaşacağı, dünya sistemi haline geleceği süreç tam olarak ikinci dünya savaşı sonrasıdır ve esas büyük gelişmeler bu süreçten sonra yaşanır. Tarihten nemalanarak yeni toplumsal rol ve modeller inşa edilir ve buna göre toplumu şekillendirip herhangi bir direnişe mahal vermeden kontrol altında tutmak için politikalar şekillendirilir. 

Kapitalizm şunun farkındadır; bir topluma boyun eğdirmek istiyorsa öncelikle o toplumun özgür kadın zihniyetini yıkması gerekir. Elbette bunu özgürlüğe savaş açarak yaparsa kaybedecektir. Bu yüzden özgürlüğe kapı aralar gibi bireyciliği hortlatması çok daha doğru bir politikadır. Bahsettiğim süreç 1900’lü yılların başında ortaya çıkan kadın direnişçiler olan Süfrajetlerin etkisinin halen kırılmamış olduğu, ikinci dalga feminist hareketlerin direniş arifesinin yaşadığı yıllardır. İşte tam böylesi zamanlarda kadının özgürlük bilincinin felç edileceği her türlü yaklaşım kapitalizmin argümanı haline getirilir. Direnişin kırılamayacağı bellidir. O halde yapılması gereken direnişi sistem içi bir hale getirmek ya da kontrol edebileceği ‘makul’ bir hale çekmektir. Tam olarak Barbie’lerin ortaya çıktığı zaman diliminde… 

Ruth Handler’ın Barbie’leri yaratış süreci ve bunun nedenleri üzerinde uzun uzun durmayacağım fakat her ne maksatla olursa olsun şirketleşen diğer her şey gibi kapitalizmin ağına düşen bir fikir artık toplumsallık karşıtı bir fikre büyük ustalıkla dönüştürülür. Bu konuda Barbie’lerin oynadığı rol yadsınamaz. Özgürlük bilincine sahip yetişkin bir kadının bu bilincini manipüle etmek zordur fakat eğer çocuk yaşta çocukların zihinlerine tutsaklık tohumu atılırsa kapitalizm açısından bu durum iyi bir zafer getirebilir. Barbie’ler çok büyük bir ustalıkla bunun argümanına dönüştürülmüştür. Kadın özgürlük bilincinin halen doruklarda olduğu ikinci dünya savaşı sonrasında büyük bir hızla piyasa sürülür ve tek tip kadın profili ortaya çıkarılarak yanılgılı bir özgürlük anlayışı yaratılır. Toplumun içerisinde topluma öncülük edebilecek durumda olan kadın Barbie vb. argümanlarla özgürlüğü bilinçte değil yalnızca giyim kuşamda, şekli değişikliklerde, kariyer ve bireycilikte aramaya başlar ve bu tamamen tekil bir durumdur. Barbie’de form bulan düşünce “bizim istediğimiz şekle girerseniz özgürleşirsiniz” algısıyla bütünleşir. 

Günümüzde de bu belirttiklerimin etkilerini yoğun bir şekilde görmek mümkün ve yönetmen Greta Gedwig de bunu Barbie filminde özellikle bazı imgelerle yoğunca vurgulamıştır. Barbie’lerin ayaklarının aldığı şekil ve bunun bir tabu haline gelmesi bu imgelerin başında geliyor. Aslında fiziki bir durumdan bahsediyor gibi görünse de kalıplaşan durum aslında düşüncelerdedir. Günümüz açısından ortaya çıkmış olan tek tip düşünce de bunu gösteriyor. Filmde Barbie’nin aklına ansızın düşen ve onu kaosa sürükleyen ölüm düşüncesi de öyledir. Burada seçilen argümanın ‘ölüm’ olması dikkat çekicidir. Kendi yaşadığı sınırları çizilmiş dünya içerisinde Barbie için ölümü düşünmek olumsuz bir durum mudur yoksa ölüm ile birlikte zihnine aslında özgürlük düşüncesi mi düşmüştür? Sonuç olarak Barbie bir oyuncaktır ve aslında kendi iradesiyle ölümü düşünmesi mümkün değildir. Ölümünü belirleyecek olan onunla oynayan çocuktur. O yüzden ‘kendi iradesiyle ölümü seçebilmek’ özgürlük tohumu olarak kabul edilebilir. 

Diğer yandan bu durum aynı zamanda kadını tek tip haline getiren kapitalizmin bir mesajıdır da… “Bizim çizdiğimiz ölçülerde yaşamın reddi ölümle eşdeğerdir” mesajı. Ancak filmi izlerken bizde “neyse ki biz Barbie ya da Ken değiliz” fikri uyanıyorsa bu sıkıntılıdır. Çünkü büyük çoğunluğumuz kapitalizm ne isterse onu giyen, onu yaşayan, onu yiyen, onu koklayan, onu düşünen ve hatta onun çizdiği çerçevede sevgiyi yaşayabilen insanlarız. Sanal medyada ortaya çıkan akımların peşinden sürüklenmemiz, modayı istemeden de olsa takip etmek zorunda olmamız bundandır. Yani aslında kadın erkek fark etmeksizin hepimizin ayağı topuklu ayakkabı giyebilecek şekilde kalıp tutmuştur ve bunu kırabilmemiz için bize gerekli olan şey iradedir…

Buraya kadar tamam… Greta Gedwig zaten var olan ve çoğumuzca bilinen bir şeyleri sinematik anlatımla gözümüzün içine sokmuş ve eğer Feminizmin bir direniş düşüncesi olduğunu düşünüyorsak çözüm yollarını da ekranda görmek isteriz çünkü ben öyle düşünmesem de çoğu çevre tarafından bu film feminist bir film olarak niteleniyor. O halde izleyici olarak benim görmek istediğim şey Greta Gedwig tarafından haklı olarak sorun edinilmiş durumların çözümüne dönük güçlü argümanlar ve kadını düşürme çabasında olan eril zihniyetin (kapitalizm bunun doruğudur) yıkımına dönük eylemsel bir duruş ve bu duruşun özgürlük argümanlarıyla gerçekleşmesidir. Filmin esas güçlü olması gereken kısımlarının çözüm konusunda nasıl zayıflatıldığını ibretle izledim. Çünkü film bittiğinde kafanda dönüp duran şey bu yazıya başlığını veren ‘makul’ olma haliydi.

Daha somutlaşması açısından ülkemiz muhalefetinin duruşuyla örnek vereyim. Hepimizin rahatsız olduğu bir yönetim rol-modeli var ve bu yönetim hepimizi her geçen gün uçuruma sürüklüyor. Bunun karşısında muhalif görünen çevre ise köklü bir direniş yoluna girmekten ziyade bize ‘makul olun’ diyor. Bunu direkt böyle söylemese de bizi sokaklardan geri tutarak bunu söylemiş oluyor. Bu filmde Greta Gedwig’in sunduğu çözüm modeli de tam olarak böyledir. Feminizmi makul seviyeye çekerek esas direngenliğini kırmak ve onu eril zihniyetle uzlaştırmak. Makul seviyeye çekilmiş bir düşünce karşıt düşüncesine su taşımaktan öteye bir anlam da taşımaz. Barbie’nin irade sergilemesi durumu var, fakat kullandığı argümanların tamamına yakını karşıt düşüncenin argümanları. Dolayısıyla kökü binlerce yıl geçmişe dayanan devasa bir tarihsel sorun olan eril zihniyet sorunu iki muhalif partinin çekişmesi gibi bir iktidar savaşına dönüştürülmüş bu filmde. ‘İktidar’ kavramının da eril zihniyetin icadı olduğu düşünülünce filmde ciddi bir argüman sorunu ortaya çıkıyor. Ki alt metinleri okuduğumuzda basitlik çok daha fazla yüzümüze çarpıyor. Barbie’nin savaştığı şey özgür toplumu yaratacak olan özgür bilince hizmet etmekten ziyade kaba bir kadın-erkek çekişmesine indirgeniyor. Yani “iktidar özgürleştirir” anlayışı bu filmi de tesiri altına almış. Oysa belirttiğim gibi kölelik manifestosunun temelini atan hiçbir argüman özgürlük getirmez. İktidar da bundan muhaf değildir. 

Filmin esas vurucu yeri filmdeki karakterlerden çılgın genç kadın Sasha üzerinden dile geliyor aslında fakat filmin genelinin oluşturduğu tablo Sasha’nın ilk baştaki duruşundan bir hayli uzak. Yeni film aslında Sasha’nın manifesto niteliğindeki sözlerini kesinlikle taşıyamamış! Bu sözleri hatırlayalım; 

“İcat edildiğinden beri kadınlarda özgüven duygusu yaratıyorsun.”

Kültürümüzdeki yanlış şeyleri temsil ediyorsun. Cinselleştirilmiş kapitalizm, gerçek dışı fiziksel özellikler… Sen feminist hareketi 50 yıl geri götürdün. Kızların tabiatındaki öz değer duygusunu yok ettin ve tüketim çılgınlığını yüceltmenle gezegeni öldürüyorsun. Ben güçlüyüm zaten, buraya gelip kendini tanıtmasan yıllardır aklıma gelmiyordun seni faşist!”

Aslında bu güçlü bir karşı duruştur. Barbie’ye karşı değil, onu bir argüman olarak kullanan kapitalizme karşı. Fakat Sasha’nın bu duruşu da filmde uzlaşma temelinde ‘makul’ seviyeye çekiliyor ve Barbie’nin argümanı zayıf direnişi ile Sasha ‘makul seviyede’ uzlaşıyor. Burada Barbie’yi bir liberal, Sasha’yı bir devrimci olarak tanımlamakta bir beis görmüyorum ve şunu diyorum; liberalizm ile devrimcilik arasında antagonist bir ilişki biçimi vardır. Bu durumun izleyicinin bilinçaltına olumsuz etkilerini de görmek gerekiyor…

Sonuç olarak;

Barbie, işlediği konu bakımından da sinematografik olarak da abartıldığı kadar güçlü bir film değil. Hatta özellikle kadın direnişini anlatan birçok filme göre çok daha sığ kalmış ya da çok aşırı bir felsefi derinliği var da ben yakalayamadım, bilemiyorum bunu. Fakat özellikle popüler kültür içerisinde fazla şişirilen sanatsal, sinematik ürünlere karşı mesafeyi koruma, ona muhalif yaklaşma taraftarıyım. Çünkü istesek de istemesek de kapitalizm açısından götürüsü getirisinden fazla olan ürünlerin yaygınlaşması bir hayli zordur. Bazı üretimler doğru okunursa onu da aşabilir, o ayrı… 

Yani; film olarak Barbie, Yapılan genel yorumların aksine feminizmin ne olduğundan bahsetmiyor. Liberal düşüncenin feminizmi indirgemek istediği 'şeyi' bize feminizm diye satmaya çalışıyor! Yönetmenin niyetinden bağımsız olarak… İyi niyetle yapılıp kötü sonuçları daha ağır olan bir film…