1. Cenaze


Nereden geldiği belli olmayan ya da sanki her taraftan kuşatılmış gibi gelen bağırtılı seslerin kulaktaki ilk çınlaması geçince, kulak daha da dikkat kesildi. Ve bu istemsiz odaklanma beni uyandırdı. Seslerin nereden ve kimden geldiğini anladım. Anlamamla şaşkınlığım bir oldu. Ve yatağımdan pencereye doğru fırladım. Ağıt mı, yaktığı isyana mı kalkıştığı anlaşılamayan, bana sadece bağırıp çağırıyormuş gibi gelen yengemi iki taraftan tutmuş eve getiriyorlardı. Bu sesler beyinde ilk anlamı oluşturdu. Ve ben ne olmuş olabileceğini anında anladım. Pencereden kalkıp hemen aşağı inmek istedim. İlk önce terk edilmiş yer yataklarını fark ettim. Evin tek bir odasında yanan sobanın yanında yatardı aile bireyleri.

Terk edilmiş gibi duran bu dağınık yatakların böylesine bir ürperti vereceğini bilemezdim. Bir şeylerin olduğunu biliyordum. Aynı akşam annem de rahatsızlanıp yoğun bakıma alınmıştı. Benim aklımdan annemin öldüğünden başka bir şey geçmiyordu ama ağlayan neden yengemdi ki? Bizim buralarda ağıt yakma işi, kendiliğinden olarak, ölenin en yakınına düşer. Yengem, annemin en yakını değildi fakat sakinleştirilmeye çalışılan da yengemdi. Yengemin, eltisi için bu kadar yaygara koparmasını da bekleyemezdim. Hemen ben de evden çıkmaya koyuldum. Karşı dairede oturan amcalarımın kapısı sonuna kadar açık duruyordu. Ama kimseyi göremedim. Sessizdi her şey. Birilerini görme umuduyla içeri geçtim. İlk oda olan oturma odasına yöneldim. Kuzenlerim de sobanın yanında uyurlardı. İki kuzenim de uyanmış sessiz ve dalgın dalgın bakıyorlardı. Telaşla ne olduğunu sordum. Cevap vermediler. Donmuş heykellere benziyorlardı. Annemin ölmüş olduğundan emin oldum bu sessizlikleriyle. Tekrar tekrar sordum. Sonunda biri “Hasan Amcam...” diyebildi. Bir şok ve bir rahatlama. Utanç verici bir rahatlama. Annem değildi ölen. Ama amcam... Bu nasıl olur? Dün akşam sapasağlamdı. Artık heykel gibi dalıp sessizleşme sırası bendeydi. Kuzenlerimin yanında biraz güvende hissettim. İnsana böyle zamanlarda kalabalıklardan daha iyi gelen bir şey bilmiyorum. Daha sonra duramayıp aşağı indim. Yengem hala veryansın ediyordu. Nenem anlaşılmayan şeyler söylüyordu. Ağlamıyordu. Kendi kendine konuşuyordu. Etrafa, sağa sola bir şeyler söyleyip duruyordu. Bu ise çok daha acı vericiydi. Keşke ağlasaydı.

En acı ve de en sıkıcı bekleyiş şimdi başlıyordu. Daha saat sabahın beşiydi sanırım. Amcam hastanede ölünce bizimkileri eve yollamışlardı. Ve cenaze işlemlerinin ardından hastane tarafından getirilecekti. Amcam dün akşam ani bir kalp krizi daha geçirmişti. Hemen hastaneye götürülmüş ve tüm aile de seferber olmuştu. Neyse ki doktorlar durumu kontrol altına almış ve önemli bir şeyin kalmadığını söylemişlerdi. Hatta taburcu bile olacaktı ama ne olur ne olmaz, bir gece müşahede altında tutulacaktı. Herkes konuşmuştu amcamla. Gülüyor, hareket ediyor, hiçbir şeyi yokmuş gibi davranıyordu. Sabaha karşı ise aniden ruhu çıkmıştı. Beyin kanaması…

Aşağı indiğimde tüm ailenin toplanmış olduğunu gördüm. Çevredekiler de hızlıca buraya akın ediyordu. Kadınlar hemen başlarını örtmüş ve cenaze havasına girmişlerdi. Henüz yengemden başka ağlayan yoktu. Herkes bir şok ve acayip bir merak halindeydi. İnanamıyorlar, bunun nasıl olduğunu; daha dün kanlı canlı, nasıl gülüp hareket ettiğini fısıldaşıyorlardı küçük küçük gruplar. Hazırlık başlıyordu. Ve ben hayatımda bu kadar can sıkıcı bir hazırlık telaşı görmemiştim. Ölüme ve gerçeğe olan hazırlık. Sonun bilincine varışın hazırlığı. Varılacak yerin korkutan telaşı.

Toplanma ve hazırlıklar yaklaşık iki saat sürdü. Ben sabah beş, altı arasında uyanmış olmalıyım. Cenazeyi taşıyan ambulans 8 sularında geldi ve tufan koptu.

Ambulansın sirenleri uzaktan duyulmaya başlayınca ürkütücü bir hareketlilik başladı. Dalgın ve boş bakan yüzleri bir korku ve panik kapladı. Ve yola doğru bir yığılma meydana geldi. Siren sesleri yaklaştıkça yaklaştı ve ambulansın arkasında oluşturulan cenaze konvoyunun kornaları buna eşlik etti. Buna hiçbir zaman anlam veremeyeceğim. Ambulans sesi cenaze sırasında gerçekten çok korkunç geliyor. Kornalara abanan cenaze sahipleri ise durumu daha da zorlaştırıyor. Yakılan ağıtlar da yetmezmiş gibi bu toplum ve kültürde acıyı ballandıra ballandıra anlatma, yayma ve özellikle, ama, arttırma çabasını hiçbir zaman anlayamayacağım. Normalde ben de gayet sakin, soğukkanlı ve sağduyulu bir şekilde amcamın ölmesini karşılayabilirdim. Ama ağıtlar, sirenler ve kornalar beni de baştan çıkardı ve ben bir felaket ile karşı karşıya kalmış gibi feryadı bastım.

Ambulans evin önüne yanaşınca çıkan izdiham ve sesler görülmeye değerdi. İnsana o kadar acıdan sonra bir daha böyle bir acı çekemezmiş gibi hissettiriyordu. Korkunçtu. Ağlayışlar dayanılmayacak noktaya kadar gelmişti. Kulaklarımı kapatmak istediğimi hatırlıyorum. Kendini yere atanlar oldu. Cenazeyi görmek için birbirini neredeyse ezecek duruma gelenler oldu. Neyse ki sağduyuyu yitirmemiş bazı aile büyükleri durumu biraz sakinleştirip cenazenin acele bir şekilde içeri taşınması için bazılarını görevlendirdi.

Bu sırada benim en çok dikkatimi çeken şey ambulansın ön tarafından inen, en büyük amcam Tevfik'in oğlu, İsmail oldu. Şimdi, aslında başından beri gözlerimin onu aradığını fark ettim. Evet, bu olay karşısında nedense en çok onun yüzünün alacağı şekli merak ediyordum. Sonradan fark ettim ki çoğu kişi onu merak ediyordu. Hatta ondan güç bulanlar bile vardı. Bunu görebiliyordum. Böyle bir felaket anında İsmail'in varlığının herkese güç ve emniyet verdiğini fark ediyordum. Nedense, amcamın çekirdek ailesinden birine değil, büyük abinin oğlu İsmail'e sarılıp teselli bulmaya çalışıyorlardı. İsmail'in duruşunun bana da güven verdiğini itiraf etmeliyim. Onca ağıt, yakarış ve feryat arasında yüzünde ne acı ne keder ne bir damla gözyaşı… Sadece etrafına şaşkın şaşkın bakınıyordu. Ona sarılmalarına izin veriyor ama kendisi pek bir tepkisiz görünüyordu. Bu durumun beni şaşırttığını söyleyemem. Hiçbir şeye aldırmayan bu herifin böyle görüneceğini tahmin edebiliyordum ama yine de merak ediyordum. Yazımın baş karakterinin kendisi olması dolayısıyla ondan epey söz edeceğim. Okuyucunun İsmail'i iyi anlaması için, dikkatini ona vermesi gerektiğini belirtmeye gerek yok. İsmail öyle bir herifti ki kendisi bir şey yapmadan dikkatler onun üzerinde olurdu. Ama bunu anlatma sırasını ilerleyen zamana bırakacağım.

Cenaze içeri alındı ve kalabalık, cenaze etrafında birikti. Kimisi vedalaşıyor, kimisi ağıt yakıyor, kimi elini yüzünü okşayıp son görüşmenin acısıyla kendinden geçiyordu. Ben de amcamın elini öpüp onunla vedalaştım. Eli buz gibiydi. Bedeni baştan sona beyaza kesmişti. Yüzünde aradığını bulamamış birinin yorgunluk ve hayal kırıklığı vardı sanki. Ya da bana öyle geldi. Vedalaştıktan sonra dışarı çıktım. Konu komşu tüm köy başsağlığı ve cenaze için toplanıyordu. Gözlerim İsmail'i arıyordu. Onun durumunu merak ediyordum. Amcamın gözdesiydi. Yeğeni İsmail’i kendi oğullarından çok severdi. Bu cenazede İsmail’e olan ilginin asıl sebebi buydu. Ama İsmail dışarda, ellerini önde kavuşturmuş, şaşkın ve meraklı görünüyordu sadece. Merakı da kesinlikle dışarıyla ilgili değildi. Kendi içine dalmış, kendi içindeki bir şeyi kurcalayıp inceliyormuş gibi kendi içine merakla bakıyordu.

Amcamla vedalaştı. Aslında vedalaşma denemezdi buna. Cenazenin elini tuttu, başını, saçlarını okşadı. Bir ara çenesini bile tutup merakla yüzüne baktı. İsmail’in vedalaşma değil sadece merakla bir şeyleri anlamaya çalıştığını sadece ben görebiliyordum. Ölü bir bedene bu kadar dokunması, böyle incelemesi çok tuhafıma gitti. Dokunmuyor adeta elleriyle ölü bir bedeni hissetmeye çalışıyordu.

Tüm cenaze anında amcamla yani cenaze ile yeniden karşılaşması, cenazenin mezara indirilirken İsmail’den tesadüfen yardım istemeleriyle oldu. Kendisi yine dalmış gitmişken cenazeyi mezara indiren kişi, İsmail’den, cenazenin baş tarafını tutması ve mezara daha rahat indirilmesi için yardım istedi. İsmail tepkisiz, kendine işaret edileni yaptı. Tam cenazeyi mezara indirdikleri sırada kefen baş kısımdan birden kıpkırmızıya büründü. Amcamın kulaklarından, boşanırcasına kan aktı. İsmail'in elleri kan doldu. Buna kimse aldırmadı. Beyin kanamasının böyle bir etki yaratabileceğini sanki herkes biliyordu. Yalnız İsmail, cenazeyi mezara bırakıp kan dolmuş ellerini de açıp bu görüntüyü izlemeye koyuldu. Dalıp gitmişliği çok belliydi. Öyle ki ancak mezara toprak atmaya başladıklarında kendisinin de üzerine toprak gelmesiyle dalgınlığından sıyrılıp mezardan çıktı. İsmail hala merakla bakınıyordu.

Çok uzun gibi gelen bu cenaze merasiminden sonra cenaze alayı eve döndü. Mezar gören birinin eve girmeden mutlaka elini yüzünü yıkaması gerektiği adeti yerine getirildi. Herkes bu yüz yıkama adeti ile kendine geliyor gibiydi. Evin önüne cenaze çadırı kurulmuştu. Artık bundan sonra başsağlığı kabulleri için beklenilecekti.

Evde de yerine getirilen birkaç gereklilikten sonra artık öğleden sonra olmuştu. İsmail cenaze evini akşama kadar terk etmedi. Kendi köşesine çekilip düşüncelere daldı. Kimseyle konuştuğunu görmedim. Ama ben onunla konuşmak için inanılmaz bir istek duyuyordum. Kendisiyle de o kadar samimi olmama rağmen şimdiki tuhaf haliyle ona yaklaşmaya cesaret edemiyordum. Sonunda akşamüstü sıralarında kendisine yaklaşabildim. Ne kendisi konuştu ne de ben. Beni fark etmiş gibi bile görünmüyordu. Bir süre yanında öylece durdum ben de. Güneş batıp tam bir karanlık çökene kadar oturdu. Sanki karanlık çöktüğünde uyanmış gibi yerinden kalktı. Ben de istemsizce nereye gittiğini sordum. Çok şaşırmış bir yüz ifadesine büründü. Sanki beni de tüm dünyayı da şimdi fark ediyordu. Kısa bir sessizlikten sonra, yerinde duramayan coşkulu ve bana bağırmış gibi gelen bir sesle:

— Benim kıza gidiyorum. Bir cesetten sonra bir kadın bedeni... Bunu hiç denedin mi? Buz gibi, iğrenç bir cesetten sonra, insana, dipdiri bir çift memeden daha iyi ne gelebilir?

Kanımı dondurdu. Arkasından bakakaldım. Ama bu, tam da İsmail'i İsmail yapan şeydi.