15. İsmail Tünele Tekrar İniyor

İsmail'in durumunu Tevfik amcam ve yengemle konuştum. Amcam çok kızdı bana. Oğluna deli diyormuşum. Hastaneye götürmek ona deli gömleği giydirmek olacaktı. Hala böyle düşünüyorlar. Aslında onlar da haklı çünkü toplum buna hazır değil. Eğer toplum psikiyatriye giden insana normal davransaydı amcam böyle bir çekince yaşamayacaktı. Toplum ve birey. Karşılıklı döngü.

—İşsizlikten öyle oluyor. Gitsin bir iş bulsun. O kadar okuttuk, ettik, atanmak için uğraşmıyor bile. Evde otura otura tabii ki delirir insan.

Annesi de kocasının sözlerine katılıyordu. Buradan bir şey çıkmayacağını anlayınca kendim bir şeyler yapmak istedim. Onu hastaneye gitmeye ikna edebilir miydim? İhtimal vermiyordum ama denemeliydim. Hasta olduğunu düşündüğümden de değildi. Olaya sadece biyolojik olarak bakıyorum. İsmail gerçek anlamda sadece Tanrı var mı yok mu fikrine takmıştı ve hayatına bir anlam yüklemek sadece bu sorunun cevabına dayanıyordu. Elbette bu sorunun cevabını ben de bilmiyordum. Kim buna cevap verebilir ki? Herkes. Ama hiçbiri inandıramaz. Yine de elimden geleni yapmak zorundaydım. Amcamın oğlunun göz göre göre kayıp gitmesine izin veremezdim. Ben de. Songül sağ olsun; öğrendiklerimle, yani İsmail'in dertleri ile ilgili bir konuşma yapmayı düşündüm. Belki içindeki fikir karmaşasını biraz da olsa götürür, içindeki çarpışmaya ara ya da son verir ve İsmail'in biraz daha iyi hissetmesini sağlayabilirdim.

İsmail, planını hayata geçirmeden önceki günün öğlen saatlerinde onu yine kazı alanını uzaktan izlerken buldum. Nedense bu sefer bu benim sinirimi bozdu. Yanına biraz öfkeyle gittim istemeden. Ve konuşmama sert başladım.

—Yetmedi mi artık bu saçmalıkların! Kendini de seni sevenleri de heba ediyorsun peşinden.

İsmail dalgınlığından birden uyandı ve yüzü öfkeyle kaplandı.

—Sana benimle gel diyen mi var? Git başımdan ve beni yalnız bırak!

—Bütün gün burada açlıktan gebereceksin. Sana yemek getirdim.

İsmail öfkeyle bakmaya devam etti ama yemeği de aldı. Akrabalar arasındaki kavganın, elbette haberlerde gördüğümüz manyak olanlarınki gibi değil, kavga olmaması, olsa da hemen unutulup gitmesi ve bir türlü gerçek küskünlüğün olmaması her zaman çok hoşuma gitmiştir. Şu zamanlarda her ne kadar bu kötülense de ve buna mizahla yaklaşsalar da buna karşı çıktığımı ve akrabalık bağlarına değer verilmesi gerektiğini sözü gelmişken belirtmeliyim. Giderek bireyselleşen dünyanın beraberinde korkunç acılar getireceğini görmek için psikolog ya da müneccim olmaya gerek yok. Komplo teorilerine inanmıyorum, yayılmasının ve benimsenmesinin tehlikeli olduğunu da belirtmeliyim ama kutuplaşma yaratmanın büyük eller tarafından ustaca işlendiğine inanıyorum. Neyse, devam edeyim. İsmail çok yavaş yiyordu yemeğini. Lokmaları zar zor çiğniyor gibiydi. Bu haline çok acıdım. Sanki yemek yemek zorunda olmak da dün geceki konuşmasına göre küçük düşürücü ve alçaltıcıydı. Lafa girmenin sırasıydı.

—Bir hayalin, bir saçmalığın peşindesin. Peşinde olduğun şeyin ne olduğunu bile bilmiyorsun. Gerçekten de öyle bir davranıyorsun ki sanki işler istediğin gibi gitse birden Tanrı'yı karşında göreceksin. Böyle bir ihtimal yok. Kendini boşuna yıpratıyorsun. Hastalıklı düşünüyorsun. Görebileceğin güzellikler dururken sen karanlıklara dalıyorsun. Bu apaçık bir depresyon belirtisidir. Ne demek bebekle meme paylaşmak ve ensest?

İsmail'in gözlerinde korku gördüm. Bunu nasıl bildiğimi merak ediyordu ve galiba biraz utanmıştı. Konuşmasına fırsat vermeden devam ettim.

—Bu olaydan çıkara çıkara ensesti mi çıkardın gerçekten? Amcaoğlu sen rahatsızsın. Kendini fazla yıpratmışsın ve beynin sadece sıkıntı, stres ve dolayısıyla mutsuzluk hormonlarını üretiyor artık. Sağlıklı bir insanın böyle düşünebilmesine imkan yok. Sağlıklı insan bunu yüceltirdi. Kadın bedeninden daha mükemmel olan hiçbir şey yok bu dünyada. Kadının göğsünden hayat akar. Bir bebek orada güvende hisseder ve bebek hayat bulur, besinini oradan alır. Bir erkek orada huzur ve şefkat bulur. Sığınacağı bir limanı orada arar. Göğüs kafesinin üstündeki kabarık duruşu bile insanın tüm güzellik isteğine hitap eder. Ah ne saçma şeyler konuşuyoruz! Bunu sana kimsenin açıklamasına gerek yok. Sağlıklı düşünebilseydin bu sonuca kendin varırdın. Tanrı'nın bunu açıklamasına bile gerek yok. Hayvana mı benziyoruz? Benzeyeceğiz elbette. Doğamız bir hayvan doğası değil mi? Evet, hayvan oğlu hayvanız. Ama bizi onlardan ayıran şey, ne düşünmek ne alet yapmak ne konuşmak... Bizi onlardan ayıran şey bizim ahlaklı olabilmemiz. Ve bizim sımsıkı sarılmamız gereken şey de bu. Başka şekilde kendimizde ne bir değer ne bir kutsallık hissedebiliriz, kemik atılınca kavga etmez, bölüşürüz. Başka insanların iyiliği için uğraşırız, daha iyi bir dünya için mücadele ederiz. Artık kötülük görmeye dayanamayız ve kendimizi hiç tanımadığımız insanlar için bile feda edebiliriz. Çünkü biz severiz. İnsanı da hayvanı da doğayı da... Tüm bir yaşamı da. Sadece kendimizi değil, tüm bir yaşamı da korumaya ve kurtarmaya çalışırız. Ama sen ne biçim sonuçlara varıyorsun? Biyolojinin bilgisine hayret edersin. Belki ihtiyacın olan şey sadece biraz serotonindir.

Konuşmaya devam edecektim ki İsmail'in dikkatini başka bir şey çekti. Özel kıyafetleriyle profesyoneller dediği üç adam kazı alanına giriş yaptı. İsmail beni öylece bırakıp evine doğru koşturdu.

Onu takibe devam ettim ve evden dışarı hiç çıkmadı. Ben evimizin penceresinden onun evden çıkıp çıkmayacağını takip ediyordum ama gece yarısına doğru uykuya dalmışım ve İsmail gece yarısı evinden çıkmış.

Bu kısımları maalesef yine sonradan öğrendim. Zaten baştan beri bilseydim her şey çok daha farklı olabilirdi.

Okuyucu hatırlayacaktır. Tünelin ilk bulunduğu yer olan amcamla İsmail'in sürdüğü tarla idi. Kendileri bu boş tarladan giriş çıkış yapmamak için karşıdan tünele çıkacakları bir ev kiralamışlardı. Ve ilk bulunan tünel kapatılmıştı. İşte İsmail'in kazı yerine girmek için planladığı yer bu ilk yerdi. Tarla kazı evine biraz uzak kalıyordu ve oradan birilerinin görmesi bu gecenin karanlığında oldukça zordu. İsmail kazma ve küreğini alıp gizlice ilk giriş yoluna gitti. Tüneli tekrar bulmak için kazması saatlerce sürmüştür. Ama sabah olmadan içeriye girdiği biliniyor. Fakat yer altı her zaman geceydi.

İsmail toz toprak içinde, kazmaktan bitap düşmüş ve toz dumandan öksüre öksüre tünele girmişti. Çok uzak bir yerden geliyor gibi tünelin ucundan hafif bir ışık yayılıyordu. Tünelde ilerledikçe boğuk sesler de gelmeye başladı. Çok temkinli ilerledi. Kimseye görünmemesi gerekiyordu. Tünelin sonuna vardığında karşısına salon çıktı. Salon boştu. İnsan ve makine sesleri hala çok uzaktan geliyordu. İsmail'in dikkatini çeken ilk şey burasının sanki restore edilmiş gibi yenilendiğini görmesi oldu. Büyük ihtimalle her tarafı didik didik aramış olmalarından kaynaklanıyordu bu. Salonda altı kapı vardı ve her biri başka bir yöne gidiyordu. İsmail, ışığın ve sesin en çok geldiği yöne doğru ilerledi. Toz ve duman artıyordu ve İsmail çok fazla öksürmeye başladı. Önünü zor seçiyordu ve öksürmek zorunda kalması onu ele verebilirdi. Çok dikkatli adımlarla devam etti, öksürüğünü bastırmaya ve ağzını eliyle kapatıp ses çıkmasını engellemeye çalıştı. Ama toz ve duman artıyordu. O kadar arttı ki İsmail bayılacak gibi oldu. "Hayır, hayır, yeniden olmaz."

İsmail bayılmadan hemen önce bir figür gördü ve yere yığıldı.