5. İsmail Bir Ekip Kuruyor


İsmail'in durumu bir ışık gibi hemen yanıp söndü. Sanıyorum ki onu iyi hissettiren umutlanmasıydı. Galiba anlama ve aradığı Tanrı’ya ilk defa bu kadar yakın hissetmişti. İmkansız olduğuna inandığı bir şeyin belki de mümkün olduğunu görmüştü. Gerçekten Tanrı’yı bulabileceğine inanmış, sonra yeniden umutsuzluğa düşmüş olabilirdi. Sonraları öğrendiğime göre İsmail'in ilgisi sadece tünel ile sınırlı kalmamış. St. Pierre Kilisesi’ni iyice araştırmış. Buraya gelen havarileri, onların hayatlarını, yaptıklarını ve yaymaya çalıştıklarını büyük bir titizlikle araştırmış, okumuş, dinlemiş. Hristiyan bir dostu da ona oldukça yardımcı olmuş. Bu dosttan ileride yine bahsedeceğim. 

İsmail nasıl ve nereden olduğuna emin olmadığım, Hz. İsa'nın havarilerinden Pavlus ve Barnabas'ın önemle korudukları, günümüzde kayıp Barnabas İncili adıyla bilinen, efsaneleşen kitabın burada olduğu bilgisini almış. Ve bu kitap hakkında türlü türlü şeyler dinlemiş. Bu kitap tek gerçek İncil imiş. Kur'an ile birebir örtüşüyormuş. Diğerleri Hz. İsa'nın hayatını anlatırken bu İncil bizzat Hz. İsa'ya gelen vahiylerden oluşuyormuş. Dahası ve İsmail'in en çok üzerinde durduğu şey, bu kitapta geçen kehanetler imiş. Bu kehanetlerin hepsi gerçekleşmiş. Kuran'da da geçen, Hz. Muhammed'in müjdelendiği, tıpatıp aynı şekilde “Ahmed” adlı peygamberin haberi veriliyormuş. İşte İsmail'i can evinden vuran nokta burasıydı. “Eğer kehanetler gerçekleşmişse kitaplar gerçek demektir. Ve bir Tanrı gerçekten vardır.”

İsmail'in tek derdi bu kitaptı. Ne hazine ne başka bir şey hiçbir zaman umurunda olmadı. Ben buna adım gibi eminim. O sadece Tanrı’sını bulmanın elle tutulur bir delilini arıyordu. Eğer bunun kokusunu almışsa elbette ki peşinden gidecekti.

Yer altına son inişlerinden sonra kendi aralarında plan hakkında enine boyuna konuştular. Güvenilir ve sağlam kazıcılara ihtiyaçları vardı. Amcam birkaç isim önerdi. İsmail bazılarına itiraz etti, bazılarını onayladı. Köyden, amcamın arkadaşları olan bu adamlara tek tek gittiler. Hepsinden söz ve yemin aldılar. Önce hepsi gizli bir toplantı yapacaklardı. Aralarında her şeyi enine boyuna konuşacak bir anlaşmaya varılırsa işe koyulacaklardı. Diğer adamların da heyecanı üzerine toplantı hemen o günün akşamında yapıldı. Amcam ve İsmail'den hariç 4 kişi daha vardı. Süleyman, Mehmet, Adem ve İhsan. Dördü de orta yaşlı, yapılı adamlardı. Zaten kimi inşaat ustası, kimi sıvacı, kimi kaynakçıydı. Toplantı başladı ve İsmail yönetici gibi göründü. Amcam dinliyor, İsmail ne derse onay verip dinlenilecek kişinin İsmail olduğunu belli ediyordu. İsmail daha o gün koca koca adamların lideri olmuştu.

— Hepinize söyledik. Bulunan hazine hepimiz arasında eşit oranda dağıtılacak. Yeri biz bulduğumuz için, ayrıca bir kitap bulunursa benim olacak. Kitaplar kesinlikle benim. Bu konuda anlaştık mı?

Hepsi evet dedi. 

— Hiç kimse, kendi karısına bile ne yaptığımızı söylemeyecek. Bunu sakın unutmayalım. Gizlilik en önemli meselemiz. Dışarıdan duyulursa elimizden alınacağını biliyorsunuz. O yüzden gizlilik hepimizin yararına. 

Herkes başıyla onayladı. 

— Ekibe büyük ihtimalle bir kişi daha katılacak. Onu katmak zorundayız çünkü Latince biliyor. Duvar yazılarını ve olası bir kitap bulumunda çevirmene ihtiyaç olacak. 

Süleyman amca fikrini belirtti:

— Kitap bulunduktan sonra çevirtsek? Hem hazine daha fazla bölünmemiş olur. 

— Aşağıda duvarlara kazılmış çok fazla yazı var. Üstelik yer de tahmin ettiğinizden çok daha büyük. Kaybolmak bile mümkün. 

Hasan amcam hak verdi:

— Eğer tahmin ettiğimiz hazine ise, değil bize torunlarımızın torunlarına yetecek kadar altın var. Bir kişiye daha bölünmesi gerekli. Ve pek bir kaybın olmayacak Süleyman. Çok zengin olacaksın.

Adem amca da söze karıştı:

— Peki, diyelim ki dediğiniz gibi bulduk. Bu altını nasıl satıp paraya çevireceğiz? Kuyumcuda değil herhalde. Anında enseleniriz. 

İsmail:

— Tarihi eser kaçakçılarını bulacağız. Onlar eritmesini bilir. Önce bir bulalım. Nasıl satacağımızı ondan sonra konuşuruz. Orası kolay. 

Hasan amcam yine söze girdi:

— Tarla sahibi meselesi var İsmail. Sadece o da değil. Tünele her defasında oradan giremeyiz. İllaki birileri görür. 

— Oradaki evlerden birini kiralamamız gerekiyor. Tünele o evden kazıp gireceğiz. Böylece istediğimiz gibi girer çıkarız.

— Ev bulmak kolay değil.

— Kolaylaştırmak gerek.

— Nasıl?

— Kirayı hayır diyemeyeceği şekilde vererek.

— Şüphelenecekler.

— Şüpheyi başka yöne çekmek gerekecek.

— Nasıl?

— Kazı değil ama ortaklaşa bir işe girmiş gibi yapacağız.

— Mantıklı olmalı ki şüphelenmesinler.

— İhale aldığımızı ve sabun işine girdiğimizi söyleyeceğiz.

— Defne sabunu. Olabilir. Mantıklı. 

— Yine de şüphelenecekler. 

— Şüphelensinler. En fazla karanlık bir iş çevirdigimizi, ot, esrar falan ektiğimizi düşüneceklerdir. Kimsenin aklına kazı gelmez. 

— Yine de bu şüphe ile takip edilebiliriz. Köyde çok fazla muhbir var.

— Evin içinde bile tünele giden yolu gizleyeceğiz. Teftişe gelseler bile bir şey bulamayacaklar. 

— Ne kadar sürecek?

— Bunu kimse bilemez. Aradığımızı buluncaya kadar.

— Tamam.

— Tamam.

— Ya gerçekten büyü ile korunuyorsa? Dev yılanlar varsa?

— Halk efsanesi hepsi. Böyle şeylere inanmayın. Bu dünya doğa kanunları ile yönetilir. Allah varsa da yoksa da bu dünyada maddi kanunlar geçerlidir.

Doğaüstü hiçbir şey yok.

İsmail'in bu sözü küfür gibi gelmişti. Şaşkınlıkla baktılar. İsmail bunu fark etti. Bozuntuya vermedi:

— O halde anlaştık. İlk iş evi halletmek olsun. Bulabildiğimiz evden tünele ulaşmak için bir tünel kazacağız.

— Tamam, yarın ev işini hallediyoruz. 

— Tamam, ben yarın Latince bilen arkadaşımı getireceğim. Bütün planı ona da anlatacağım.

— Anlaştık.

Ertesi günün sabahında İsmail, babasından arabayı aldı ve yola çıktı. Gittiği yer Vakıflı idi. Burası Türkiye'nin tek Ermeni köyüdür. Ermeniler göç ederken ya da kaçarken burayı mesken edinmiştir. Burayı güvenli saymaları buranın halkı için bir şereftir. Güvende hissedecekleri insanlar bulmaları ve o insanların buranın halkı olması gurur vericidir. Bu satırların yazarı tartışmaya girmeyecektir. Bunun için bilgisi de yetersizdir. Ama şunu söyleyebilir ki buranın Ermeni'si ve Hristiyan'ı misafirimiz, başımızın tacıdır. Samandağ'ın birbirine benzeyen köyleri ve insanları arasında dolaştıktan sonra birden bir Hristiyan köyüne girmenin, yani kültürel zenginliğin bir insanı nasıl mutlu edebileceği, ne tür zenginlikler katabileceği, anlaması gereken insanlar tarafından da anlaşılır diye umalım.

En son İsmail'i Vakıflı'ya giderken bırakmıştık. İsmail ana yolu tercih etmedi. Köylerden, Batıayaz tarafından gidecekti. Oranın havasını hissetmek isteyen bu yolu kullanmalı. Yol genelde yokuştur. Buradaki köyler dağ yamaçlarına ya da koca tepeler üzerine kurulmuştur. Batıayaz Köprüsü’ne varılır varılmaz bu tat alınır. Restore edilmiş tarihi bir köprü altında tertemiz akan dere hemen havaya sokar insanı. Karşıdaki tepelerde de koca çam ağaçları, teskin edici sallanışlarıyla bu senfoniye ortak olur. Hıdırbey'e varılır ve kocaman gövdeli, çok yaşlı da olduğu belli bir ağaç görülür. Etrafı, çay bahçeleri ve turistik gezi yapacakları karşılayacak yerlerle doludur. Hz. Musa'nın burada Hızır olarak bilinen, Kuran'da bilge kul ile karşılaşmalarını anlatan ayetlerle, Hz. Musa'nın asasını atıp işte bu koca ağaca döndüğü rivayet edilir. Burası da geçilince etraftan muhteşem bir taze ekmek kokusu gelir. Sağlı sollu tandırlar, gözleme açan teyzeler, yol kenarında küçük bir çadırda el işi örüp bunları satan nineler görülür. Kahvaltı salonları da az değildir. Bambaşka bir dünya olduğu hemen o an hissedilir. Bundan sonrası ormanlık ya da zeytinliktir.

Dağ, yoldan tırmanılmış ve ufukta yavaştan deniz de görünmeye başlamıştır. Artık deniz tam karşıda, solda Samandağ ilçesi çukurda gibi, ardından da Kel Dağları tüm heybetiyle görünür. Sağ taraf hala yükseklere çıkan dağların yamaçlarına kurulan evlerin sokakların ışıkları yayılır. Ve eğer hayal gücünüz sizi mutlu etmeye yönelik eğitilmişse ama siz de çocukluğunuzda muhteşem masallar dinlemiş, kaliteli çizgi filmler izlemiş, ve ruhunuzu kitaplarla beslemişseniz Elflerin diyarına gidiyormuş gibi hissedebilirsiniz. Kendinizi oldukça mutlu ve huzurlu bulacaksınızdır.

Artık önünüzde bir yol ayrımı vardır. Sol taraf Vakıflı'ya iner, sağ taraf ise Çevlik'e. Sol tarafa sapıp 50 metre gidince yan tarafta hemen mermerleri haçlı Hristiyan mezarlığını görebilirsiniz. Artık bambaşka bir dünyadasınızdır. 

İsmail köye girmedi. Hemen girişinde yol kenarına kurulmuş bir kafenin bahçesine oturdu. Çamlar arasına açılmış masalarda esen hafif deniz havası insana hüzünlü bir huzur getiriyordu.

İsmail beklemeye başladı.

Biraz sonra yirmi yedi, yirmi sekiz yaşlarında genç bir erkek geldi. İsmail ile selamlaştılar. Bu İsmail'in lise arkadaşıydı. Liseden sonra görüşmeseler de birbirlerini nasıl bulacaklarını biliyorlardı. Vakıflı köyünün yerlilerinden olan bu dostu ... adıyla biliniyordu. Kumral, gür saçlı, temiz yüzlü bir çocuktu. 

— Dostum, uzun zaman oldu. 

— Liseden sonra pek görüşemedik.

— Anlattıkların gerçekten doğru mu?

— Kelimesi kelimesine.

— Eğer öyle bir şey varsa yer yerinden oynar farkında mısın?

— Elbette.

— Kimsenin haberi yok yani, öyle mi?

— Şu an için evet.

— Bunu aklım almıyor. Bu dünyayı değiştirir. Üstelik bizimle olmayacağına da eminim. Olaya çok daha fazlası müdahil olacaktır.

— Bu yüzden şimdi gizli tutacağız zaten. 

İsmail'e şöyle bir baktı. 

— Hiç değişmemişsin. 

— Değişmek için koşullar oluşmadı.

— Demek Barnabas İncili'nin orada olduğunu söylüyorsun.

— Bunun garantisi yok. Ama yine de ne bulacağımıza bakmamız gerekiyor değil mi? 

— Sessiz konuş. Ne kadar büyük bir olay olduğunun hala farkında değil gibi görünüyorsun.

— Hayır, sadece soğukkanlıyım.

— Benden ne istiyorsun?

— Kazı ekibine katılacaksın, çevirmenimiz olacaksın. Ve bulunan hazineden sen de payını alacaksın.

— Bu çok tehlikeli olabilir. 

— Sadece tehlike, gelişimin önünü açabilir.

— Yine senin şu hallerin... Bilemiyorum. Bana çok tekin gibi gelmiyor. 

— Tercih senin.

— Bunca yıl aramadın, sormadın. Şimdi birden gel, hazine bulduk diyorsun.

— Şu sıradan konuları konuşmasak? Gerçekten gereği yok. İşimizi bitirelim, yine arayıp sormayacağım.

— Sen gerçek bir canavarsın. Hiçbir erdemin yok.

— Erdemli davranabilmem için bir nedene ihtiyacım var.

— Hiç de değil. Bunun için bir Tanrı’ya gereksinim duyuyorsun. Tanrı yoksa hepsinin insan uydurması olduğunu düşünüyorsun. Öyle bile olsa, bir Tanrı olmasa bile, bu bizim yaradılışımız. Pekala insan da olabiliriz. Hal hatır, vefa, dostluk da geliştirebiliriz. Ancak bunların insanı iyi hissettirdiğini, kötü olanın ise hastalık, depresyon vb. getirdiğini bilimsel olarak da biliyoruz. Erdemli olmak için bir Tanrı’ya ihtiyaç yok.

— Var. Senin söylediğine göre, yani yaradılışımızda kötülük de var. O zaman bana sadece tercih etmek kalıyor. Nasıl olsa ikisi de benim doğam.

— Sen hastasın.

— Bu konu çok uzadı. Gelecek misin, gelmeyecek misin?

— Senin ben a... Geleceğim.

— İyi. Ev işini halledince seni arayacağım. 

İsmail masaya para bırakıp çıktı. Arkadaşı, arkasından öfkeyle baktı.