8. Davetsiz Misafir


Kapı çaldığında henüz kazı başlamamıştı. Önce belirlenen saatte evde toplanılır, çalışıyormuş gibi görünüp etrafı da iyice kolaçan etmek için çay kahve içilir, planlar yapılırdı.

-Bu bir yeraltı şehri gerçekten, hiçbir şeye dokunulmamış daha. Gömüldüğü gibi duruyor. Yani ilk biz kazıyoruz. Ve içinde her ne varsa bulacak olan da bizleriz.

-Nereye doğru kazacağımızı hala öğrenebilmiş değiliz ve seni bunun için getirmiştik.

dedi İsmail yakınır gibi.

-Bu benim suçum değil İsmail efendi. Levhalarda "Hazine işte şurada." yazmıyor.

-Daha şehrin kaç katlı olduğunu bile bilmiyoruz. Bizim kazdığımız tarafın merdiveni açılınca belki oradan da aşağıya bir kat daha çıkacak. Bunu bilmiyoruz.

-Gömülü odalar da var. Onların içinde ne olduğunu da bilmiyoruz.

-Çok işimiz var.

-Bu kazı sandığımızdan çok daha uzun sürecek.

O anda kapı çalındı. Yüksek gürültü ile çalınması da herkesi korkuttu. Hepsi birbirlerine baktılar. Kim olabileceğine dair hiçbir fikirleri yoktu. Köyden biri mi, komşulardan ya da aileden... Tünele açılan delik halı ve türlü mobilya ile örtülüydü. İsmail sakin olmaları için bir işaret yaptı ve kapıya en yakın olan ...'ye açması için başıyla onayladı. Şimdi pür dikkat hepsi kapıya bakıyorlardı. O birkaç saniye içinde akıllarından binbir düşünce geçti. ... kapıya elini uzattı. Durdu. Derin bir nefes aldı ve açtı.

İçerdekiler kapıdakinin kim olduğunu göremiyordu. Sadece ...'nin sırtını gördüler, yerlerinde kıpırdandılar. Ve sonunda bir ses geldi. Konuşan ... idi:

-Ah seni cadı. Ne işin var burada manyak karı.

İçeridekiler çok şaşırdılar. Merakları bin kat arttı.

-Dur hele. Diyeceklerim var. İçeri girmeme izin ver.

-Defol git buradan. Beni nasıl buldun ulan?

-Düzgün konuş velet. Sana değil, başkasına geldim.

-Bir tane çarpacağım şimdi. Ulan yaşlı başlı kadına da vurulmaz ki. Defol diyorum, beni delirtmeden önce.

İsmail kalktı. ....'yi yana itti. Ve kadını gördü. Kadın:

-İşte, aradığım bu galiba.

İsmail hiç böyle bir şey beklemiyordu.

-Sen de kimsin be. Ne işin var burada, ne istiyorsun?

-Nereyi kazdığınızı biliyorum.

İsmail kazı kelimesini duyar duymaz kadını kolundan çekip içeri aldı.

-Yavaş ol!

-Bana bak! Yaşlı maşlı dinlemem şimdi seni keser deliğe atarım. Kimsin, nereden buldun bizi?

... lafa önce girdi.

-Bu karı bizim köyün cadısı. Kendisi ve o aptal falları mıdır, büyüleri midir..

İsmail sözünü kesti.

-Kes sesini sen de iki dakika! Yerimizi ve ne yaptığımızı biliyor. Elinde kozu var demektir.

Kadına:

-Ne istiyorsun?

Biliyor olmasından başka İsmail'i bu kadına çeken doğaüstü işlerle uğraşıyor olmasıydı. Ve gerçekten bir cadıya benziyordu. Boydan boya kapkara bir çarşaf giyinmişti. Her tarafı kapalıydı ve sadece yüzü görünüyordu. İsmail'in pek bir endişesi kalmamıştı. ... onu tanıyordu; belli ki takip etmişti ve şimdi hazineden pay isteyecek, sırrı açığa çıkarmakla tehdit edecekti. Ama İsmail bir ipucu kokusu almış gibi merakla inceledi bu kadını. Gerçekten fal, büyü ile uğraşıyor muydu? Bunların nasıl bir gerçekliği olabilirdi? Şarlatan olmalıydı. Doğaüstü olaylar olacak değildi ya.

İsmail son bir defa kadını şöyle bir süzdü. Kadın kendinden oldukça emin görünüyordu. Bu İsmail'i daha çok çekmişti.

-Ne istiyorsun? Hazineden pay mı? Bana düşen kısmı alabilirsin. Ama tek kelime edersen seni hemen burada gebertirim.

Bu sefer kadın İsmail'i süzdü.

-Evet, lider belli ki sensin. Ve sen de benim gibi ne araman gerektiğini biliyorsun. Demek hazine umurunda değil ha? O zaman ne arıyorsun? Ben biliyorum.

İsmail merakla baktı. Kadın devam etti:

-Seninle iyi anlaşabiliriz. Payın senin olsun. Hazine için geldiğimi mi sanıyorsun? Sence de paradan çok daha değerli şeyler yok mu burada?

İsmail iyice meraklanmıştı. Kadın onu çekmeyi gerçekten başarmıştı. Ve İsmail, kadının içini okumaya çalıştığını da fark etmişti. O halde o da aynısını yapmalıydı.

-Hazine için gelmediysen ne için geldin?

-Size ne kadar faydam dokunabilir biliyor musun? Aradığın şeyin hemen şimdi nerede olduğunu söyleyebilirim.

-Ne diyorsun be! Açık konuş! Ne arıyorum? Ve sen ne biliyorsun?

-Seninle daha sonra konuşuruz iyice. Bakın şimdi. Size bir teklifim var. Hazineden bir kuruş bile istemiyorum. Altınlar, heykeller, taçlar, elmaslar sizin olsun. Hiçbirini istemiyorum. Elimde burasının haritası var. Bu yeraltı şehrinin haritası. Doğrusu atadan kalma bu harita yüzyıllardır ailemizde. Ama harita sadece bu yeraltı şehrinin haritası. Benim atalarım yüzyıllardır bu şehri aradı durdu. Her bir çocuğuna da bu aramayı miras bıraktı. O şanslı nesil ben oluyorum şimdi. Ah ne muhteşem bir şey. Bu mucizenin bana denk gelmesi... Evet, ne diyorduk? Size haritayı veririm ama tek bir şartım var. Dediğim gibi, altınların, hazinelerin hepsi sizin olsun. İstediğim bu değil. Yalnızca üç kitap var. İşte haritaya karşılık olarak istediğim bu üç kitap.

Hepsi donmuş kalmış, kadını izliyordu. ... bile ağzı açık kalmış, artık ne diyeceğini bilemiyordu. İsmail dışında herkesin içi rahatlamıştı ama. Nasıl olsa hazineden de istemiyordu. Kendilerini ifşa edecek de değildi. Kendisinin de onlara ihtiyacı vardı. Durumlar eşitlenmiş ise rahatlama gelir.

Yalnız İsmail'in pek hoşuna gitmemişti bu durum. Aslında oldukça heyecanlanmıştı. Demek gerçekten kitaplar olabilirdi. İşte bu kadın da bunun fosilleşmiş bir kanıtı idi. İsmail bu kadına daha da yakın hissetmeye başladı. Derinlemesine konuşması gerekiyordu onunla. Ama şimdi, diğerlerinin yanında olmazdı bu. Uygun değildi. Önce diğerlerine fikrini belirtti ve onların da fikrini almak istedi.

-Bence adil bir anlaşma. Hem harita sayesinde aradığımızı çok daha çabuk bulabiliriz ve ne var ne yoksa öğrenmiş oluruz. Kadını duydunuz. Payınız eksilmeyecek. Kitaplar konusunda da sizinle daha önce bir anlaşma yapmıştık zaten. Sizin için değişen bir şey olmayacak. Bu kadını da bana bırakın. Benim gözetimim altında olacak. Ve kazı tamamlanana kadar bir yere ayrılmayacak. Güvenlik ve gizlilik problemimiz benim garantimde olacak.

Kadının, İsmail'in 'kitaplar konusundaki anlaşma' sözlerini duyunca gözleri parlamıştı. İsmail'e 'işte aradığım adam bu' der gibi hayranlıkla baktı. İsmail de bunu fark etmişti. Kadın İsmail'e gülümsedi. Bu gülümseme konuşulanların devamına ve sırrına bir işaretti.

Diğerleri itiraz etmedi. Sessizce kabullenmiş gibi görünüyorlardı.

-Ben artık bu evde bu kadınla kalacağım. Dışarı çıkıp bizi ele vermesinin önüne geçmiş olacağız. Yemek gibi ihtiyaçlar Hasan Amca tarafından günlük getirilecek. Duydun mu kadın? Kazı tamamlanana kadar bu evden dışarı adımını atamayacaksın.

-Benim için hava hoş. Dışarıda beni bekleyen pek bir şey yoktu zaten. Yalnız sıkılmamam için birkaç istekte bulunabilirim.

-Her neyse. Bu konuda anlaştık mı?

Diğerleri sesini çıkarmadı.

-Bu sessizliğinizi onaylama olarak kabul ediyorum. Haritan nerede?

Kadın elini çarşafından içeriye, göğüslerine doğru soktu. Ve eski püskü bir kağıt parçası çıkardı. Herkesin gözleri fal taşı gibi açıldı. İsmail önce kağıda dokunmaktan tiksinse de kağıdı alıp inceledi. Ve hepsi de başına üşüştüler.

Harita üç katlı bir binanın şemasına benziyordu. Üzeri Latince kelimelerle doluydu. İşaretler, oklar hangi tünelin ve hangi merdivenin nereye çıktığını söylüyordu. Bir aydır kazıyorlardı. Ama ilk defa aradıklarına bu kadar yakın hissetmiş ve inanılmaz heyecanlanmışlardı.

Haritanın verdiği heyecan ile, aradıklarını hemen bulacak gibi aceleyle işe koyuldular. Herkes haritaya göre bir yer belirledi kendine. Kadın, İsmail'in yanından hiç ayrılmadı. İsmail aşağı doğru inen bir merdiveni kazıyarak açmaya çalışıyordu. Bu sırada kadınla konuşma fırsatını yakalamıştı. Sonunda meraktan deliye döndüren sorusunu sorabilmişti:

-Hangi kitaplar var burada.

-Senin de aradığın onlar değil mi? Hazine, altın falan senin de umurunda değil değil mi?

-Neyse ne! Hangi kitapları istiyorsun? İstediğin kitaplarda ne var?

-Büyülere inanır mısın?

-Hayır.

-O halde pek merak etmen gereken bir şey değil.

-Bana bak!

-İyi iyi tamam. Üç tane büyü kitabı var. Benim istediğim onlar.

-Büyü mü? Yani Barnabas...

İsmail ağzından kaçırmış olduğunu fark edince sözünü yarıda kesti.

-Ha şimdi anlaşıldı senin derdin. Sen kayıp İncil'i istiyorsun. İyi de ne yapacaksın ki onu? Paha biçilemez değerde olduğu doğru tabi. Ama sen zaten para istemiyordun?

-Benim aradıklarıma senin aklın erer mi?

-Sence?

Kadın bu soruyu yüzünde tuhaf bir gülümseme ile sormuştu. İsmail bu ifadeye çok kızdı nedense

-Alaycı iblis!

Kadın gerçekten cadıya benziyordu. Sadece yüzünün göründüğü bu beden kısa, hafif kambur, yüzü grileşmiş ve buruş buruştu. Öyle çizgileri vardı ki mezardan fırlamış gibiydi. Bu sefer kendisi de kızdı:

-Senin etin ne budun ne ki benimle boy ölçüşmeye kalkıyorsun? Senin saçının telleri kadar benim yaşamışlığım var.

-Her neyse (İsmail de yaşlı başlı kadına böyle bağırmaya utanmıştı aslında.) Kadın konuyu değiştirdi:

-Bu şehri kimlerin yaptığını biliyor musun? Pavlus ve Barnabas'ın ilk öğrencileri. Romalıların geleceklerini biliyorlardı. Güvende olmayacaklarını da. İblise akıllıca bir yumruk atılacaktı; yeraltından. Kehanetleri biliyor musun? Antakya üzerinde neden bu kadar titrediklerini ya da? Çünkü kıyamet burada kopacak. Deccal'in burnu burada yere sürülecek; Amik Ovası'nda. Asi nehrini kanlar kaplayacak. Bütün bir nehir su değil kan akacak. O kadar insan ölecek. Havariler bunu önlemek için burada sağlam bir inanç temeli kurmaları gerektiğini biliyorlardı. Eğer buranın insanını İsa'ya ve Tanrı'ya davet edebilirlerse, eğer buranın insanına merhameti, şefkati, bağışlamayı, zor durumda olana yardım etmeyi öğretebilirlerse ki bu görünmeyen bir kalkan olacak ve bu kalkan o kadar güçlüdür ki deccal hiçbir şekilde içeri giremeyecekti. Evet kalenin surları bunlardı. Fakat insan da az iblis değil ki. Bu surları koruyabilir miydi?

-Senin bahsettiğin şu büyü kitapları da neyin nesi peki?

-Evet, söyleyeyim. Hz. Süleyman bütün cinleri ve hayvanları kontrol altına aldıktan sonra bunun ilmini gizli tutmak istedi. Çünkü o zamanlar insanlar iblislerle, şeytanlarla ve cinlerle iş birliği yapabilecek bilgiye sahipti. Bu da dünyanın çivisini çıkarıyordu. Herkes her türlü nefreti için büyüyü kullanıyordu. İçinde gizli tuttuğu nefreti komşusuna büyü ile ödetiyordu. Sanki şimdi çok farklı... İnsanlar şimdi de benim yanıma bunlar için gelir. En aptalca dertlerine, aslında dert değil irin! Çünkü komşularının acı çektiğini görmeyi çok severler. Neyse ne işte canım. Anlıyorsun demek istediğimi. Hz. Süleyman bunu engellemek için hepsini toplamış. Ve bunları kimsenin bulamayacağı şekilde saklamış. Ama bunlar öyle büyüler ki, onları bilen insan dünyanın en güçlü insanı olabilir.

-Hep aynı saçmalık. Nedense bu hikayeler hep aynı aptalca sonla biter. Süleyman bunları toplamış, güya kimsenin bulamayacağı şekilde saklamış. Yani yok etmemiş, saklamış. Açık kapı bırakmış. Hep aynı aptal hikayeler.

-Belki Tanrı da gizemi seviyordur.

-Suratında yine o iblis suratı var.

-Bu surattan çok şey anlaman gerekiyor, boşuna değil.

-Sana hakaret etmemi istemiyorsan, ciddi ol. Ve açık konuş.

-Başka bir emrin var mıydı beyim? Bana bak, benim de sabrımın sınırı var.

-Başlatma sabrına, aptal aptal hikayeler dinlemekten bıktım. Bu aşağılık dünyanın da insanların da söyleyecek ağırbaşlı hiçbir şeyleri yok mu?

-Elbette var. Sordun da söylemedik mi? Seni şimdi daha iyi anlıyorum. İçini okuyorum geldiğimden beri. Sana ilacını vereceğim.

- Açık konuş diyorum. Ne ilacından bahsediyorsun.

-Önce hastalığını tespit etmemiz gerek.

İsmail birden öksürmeye başladı. Gözleri önünü seçemez oldu. Kadını aradı ama göremedi. Gözleri iyice kısılmış öksürüyordu. Daha sonraları o garip gecede, en son tuhaf bir toz bulutu içinde kaldığını hatırlayacaktı.