Huzursuz birinin, genç bir adamın ciğerlerine dumanı doldurması, dudaklarını olabileceği en kibar hale getirip arasından süzülen dumanı izlemesi, yanan tek şeyin ciğerleri olmaması gibi bir his var içimde. Bile bile zarar veriyorum kendime, bana verilen ilk ve tek zararın bu olmadığını ve son olmayacağını bildiğim halde. Her gün farklı bir tehlikeye, zihnimi ve arzularımı zorlayan bir duyguya, iyi midir bilinmez, kötü müdür söylenmez bir aşka düşüyorum. Dudaklarına, gülümsemesine, sesinin saçtığı her bir tona ruhumu kanatlandırıyorum, ciğerlerimden kanlar süzülürken, onu düşünüyorum. Nedeni bilinmez bir duygu, tehlikeli bir şehvet içinde yol alıp gidiyorum, saatler saatleri kovalıyor ve gece çöküyor, tek başıma kalıyorum karanlıkta. Korkmam, üzerine yürürüm karanlığın, küçük erkek çocukları gibi, içim titrese bile yumruklarımı sıkıp yürürüm. Bilinmez bir duygunun içine düştüğümde hissettiğim şeylerden biri bu oldu, tekrar çocuk oldum. Bir çocuk gibi yaramaz, bencil, şikayetçi ve masum, arınmış. Yorgun hissediyorum, tatlı bir yorgunluk. Dudaklarında nefeslenip son kez tenine sarılmak, yürüyüşünü izleyip korkunç karanlığa, kucaklayıcı yalnızlığa dönmek. Memnun olamamak, gidişini izleyip hiçbir şey yapamamak. Tatlı bir yorgunluk. Başbaşa, gülümseten bir yorgunluk.