Başım ağrıyor. Yazmak başımın ağrısını alıyor. Bu yüzden yazıyorum. Sevmesem de ona muhtacım. Ne yazacağıma başımın ağrısının sebebi karar veriyor. Peki neden başım ağrıyor? İnsanlar oluyor bazen neden. Bazen de kendim yahut hayat sebep oluyor baş ağrılarıma ve daha birçok şeyden dolayı acıyorum, kanıyorum. Düşünsenize; hepimize akıl bahşedilmişken, hepimiz düşünebilirken birtakım insanlara düşünür diye bir unvan verdik. Sonra da düşünmeyi onlara emanet edip sadece onları dinlemeyi seçtik. Düşünmek eylemini sadece onlar yapıyor olamaz değil mi? Ya da bizler sadece onların düşüncelerine uygun bir şekilde yaşamak için mi var edildik? Biz de düşünebiliriz, lütfen! Birilerinin öne sürdüğü fikirlere bağlı kalmayın demiyorum ama sorguladıktan sonra karar vermeliyiz. Doğruyu kendimiz de biliyoruz, kendimize açıklamak zor çünkü düşünürken deliren insanları da biliyoruz ama düşünün yeteri kadar, ihtiyaç olduğunca düşünün... Sanat diyoruz. Sanatın ne olduğunu kim biliyor? Ben söyleyeyim, kesinlikle sanat estetik kaygılar yahut romantikleşme, romantik bakmak değil. Sanat tabiattan arta kalan her şeydir. Sadece arta kalan da değil; sanat, tabiatın insan gözündeki her şeyidir. Bir çiçek dahi sanatla doğar, filiz verir, iş görüp sanatla ölür. Bir insan da sanatla doğar, sanatla yaşar, sanatla ölür. Öldürülemez! Sanat bir eylemdir, düşünmek gibi. Düşünmek ki çokça doğaldır, doğal olan her şey sanattır. Ama yine de her şey sanat değil, hayır, her şey değil. Hatırlayın, ilk olarak mesela Habil ve Kabil olayını hatırlayın. Habil, Kabil'i öldürür. Nedeninin ne önemi var? Habil Kabil'i öldürdü, hikâye burada da bitmez. Hikâyeleri ne kadar masum değil mi? Bir katili savunan hikayeler. İlk cinayette hem de. Suçlu değil; nedeni var. Ne kadar tatmin edici öyle değil mi? Hayır, bir insanı öldürmek, ne sebep olursa olsun doğal değildir. Sanat hiç değildir. Ama bu da dünyanın, yaşamın hatta ekolojik döngünün bir gereksinimi öyle mi? İnsanların birbirini öldürmesi kanunu... İnsan ne anlama geliyor ki? Birbirini yok eden varlıklar mı? Bu kadar basit değil, hayır. Merak ediyorum, insan olmak ne demek; aptalca hikâyecikler dönüyor kafamda. Bir insanın neler yapabildiğini görüyoruz; binalar, yollar, arabalar üretmek mi insanın doğası? Değil. İnsanlar yeryüzünü kullanma hakkına sahip hayvanlardır. Bu nedenle kendini her şeyden üstün görüyor. Peki bizi üstün kılan ne? Bizi üstün kılan düşünmek mi? Hayır, değil. Nedir bizi üstün kılan? İnsan kelimesine ne anlam biçildiyse o. Felsefe yapmıyorum ama insan olmak için tek gereksinim, insanoğlu olmak olmamalıdır. İnsan olmak için bir sınava tabi tutmalıyız kendimizi, madem yeryüzünün halifeleriyiz; hiçbir şey bilmeyene halifelik görevini kim verdi? Nasıl mesleki yeterlilik için yıllarını harcıyorsa insanlar, insan olmak için daha fazla yılı gözden çıkarmalıyız bence çünkü insan olmaktan uzaklaştık! Biz de her canlı gibi sadece yaşayıp ölüyoruz amacımızı bilmeden, kaç asır geçti, her şeyi yerine oturtma vakti. Lütfen insan kelimesinin anlamını bulun... Başım ağrıyor. Kendimi kaybediyorum çokça; kelimelerin, manaların, suskunlukların ortasında buluyorum kendimi. Kayıp bir şekilde, çok kızıyorum kendime ama yine de bahaneler türüyor kafamda. Kendimi temize çıkarma konusunda. Onlarca rota çiziyorum, her bir diyara, ufka bakıp tüm ciğerimi dolduruyorum, şişiriyorum, coşkuyla bağırıyorum: Yelkenler fora, tam gaz ileri! Bunları söylerken kıyıya vurmuş bir gemiden ölü tayfalara seslendiğimi unutuyorum. Yol alamadıkça da küçülüyorum, sırasıyla ciğerim sönüyor, omuzlarım düşüyor, elimdeki pusula manasını kaybediyor, yüzümü döküp oturuyorum, ufka karşı oturuyorum. Sadece adaleti sorguluyorum, sonra hayatın yüzme bilmeyen insanlara verdiği o koca gemileri kıyıya vurmuş bir sandaldan izliyorum. Hem de denize aşıkken. Adaleti işte sadece o an düşünebiliyorum. Haksızlığa uğradığımı düşünürken haklıyım çünkü ben her şeyden memnunken başkalarını dert etmekle meşgul olamıyorum, kendi çıkarım uğruna adaleti yaratıyorum. İşte o zaman adaletin de bir anlamı kalmıyor. Herkese hak ettiğini veren bir tanrıya inanıyorum ama kendi kusurumu, hak ettiğim kötülüğün sebebini bir türlü çözemiyorum. Ve bu kez, var edenin adaletini sorgulamaya başlıyorum. Yanlış yoldayım, farkındayım ama ne dediğimi gayet iyi biliyorum. Söylediklerimin manalarını yüzlerce farklı terazide tartıp da konuşuyorum, beni savunmayan herkesi inkar ettiğim için ben de vasat bir insan oluyorum... Başım ağrıyor, düşünmekle yetiniyorum, yaşamayı reddediyorum çokça, bu kargaşayı yaşamak zor geliyor; bu saplantılı ruhları, müptela bedenleri; amaçsız, rotasız yaşayan insanları gördükçe kıskanıyorum hatta ama içten içe "Kaygı mühim, kaygısız yaşanmaz." diyebiliyorum. Çok kaygı duymaktan da yoruldum çünkü kaygılar korkuyu tetikliyor. Korku, yaşama korkusu; kendimi kaptırma korkusuna dönüşüyor, her an ölebilecekken yarın için program yapmaktan korkuyorum.