Nuri Bilge Ceylan’ın son göz ağrısı, hepimizin merakla beklediği Kuru Otlar Üstüne, adından ilham alarak tam da otların kuruduğu, yaprakların solup döküldüğü, maviliğin grimsi tonlara teslim olduğu sonbaharda sızdı aramıza. Sonbaharın ürpertici esintileri gibi geldi, içimizi ürpertti. Yağmurun gökyüzüne veda edip toprağa kavuştuğu bu mevsimde, adeta bir roman okuduk; bir romanı yaşadık, bir Rus romanını…


Prömiyerini 76. Cannes Film Festivali’nin Ana Yarışma bölümünde yapan Nuri Bilge Ceylan imzalı Kuru Otlar Üstüne, yönetmenin karakter inşasını derinlemesine gözler önüne sererken, anlama ve anlamsızlığa dair bir psikanalist metin gibi zihnimizi allak bullak ediyor. Bekleyişlerin ve mesafelerin uzadığı, zamanın adeta geriye doğru aktığı bir taşra kasabasında atanmayı bekleyen bir öğretmene odaklanan bu karanlık film, baş ve yan karakterlerin karanlık ve -az da olsa- aydınlık taraflarını derinlemesine inceleyip insan davranışlarındaki tutarsızlıklara değiniyor. Anlam, anlamsızlık; tutarlılık da tutarsızlık barındırır. İnsan dediğimiz varlık, hiçbir zaman net olarak ‘şudur’ diye tanımlanamaz. Yani insan yanılsama içinde bir netlik, netlik içinde bir yanılsamadan ibarettir. Yönetmen aslında bize bunu anlatmak istemektedir.


Kuru Otlar Üstüne filminde, Ceylan’ın önceki filmlerinden aşina olduğumuz çok şey var. Dolayısıyla Ceylan sinemasına dair çok tanıdık öğelerle karşı karşıyayız. Fakat bu öğelerin daha olgunlaşmış, daha yere sağlam basar hallerini görüyoruz. Kuru Otlar Üstüne, Ceylan’ın senaryo ve diyalog yazımı üzerine zirveye çıktığı bir başyapıt diyebiliriz. Bu müthiş senaryo ve uzadıkça uzayan mükemmel diyaloglar, usta oyunculuklarla birleşince ortaya çok sağlam bir yapıt çıkıyor. Ceylan’ın filmlerinde oynattığı oyuncular, onun eleğinden geçince gerçek oyunculuğun ne olduğunu daha iyi anlıyorlardır diye düşünüyorum. Onun filmlerinde oynayan her oyuncu, oyunculuğunun zirvesini yaşamıştır bence.


Taşra, yoğun gitmeler barındırsa da aslında dipsiz bir kuyudur ve tadına bakmış herkesi kendine çeker. Taşranın her zaman derin bir estetiği vardır. Her insanın kaçıp gitmek istediği bir yer var ya, o yerdir işte taşra. Baştan sona insanlar gibidir orası. En nihayetinde kendine benzetir insanı. Ana karakterimiz öğretmen Samet de, bir an evvel görev süresini doldurup şehre dönmek ister. Aidiyetsizliğin vermiş olduğu bir hovardalık taşır üstünde bir öğretmen olsa da… O küçük kasabada, küçük fantezilerin ardına sığınarak avutur kendini. Kendini hissiz, duygusuz, eylemsiz biri olarak tanımlasa da okulda öğrencilerine karşı hiç de öyle değildir. Bürünmek zorunda kaldığı öğretmenlik mesleğinin zorunlulukları, taşradaki aidiyetsizliğiyle de birleşince bir öfkeye dönüşür. Bu öfke zamanlarında, Ceylan’ın kamerası özellikle yüze doğru yakın plan çalışır. Bu sadece öğretmen Samet’e özel bir durum değil. Öfke anlarını özellikle yakın plan çekmiş yönetmen. Kuru Otlar Üstüne bu anlamda bir portre filmi diyebiliriz. İnsan portrelerine oldukça detaycı bir yaklaşımla eğilmiş yönetmen.


Samet, toplumun değişim ve dönüşümünde öncü olacak bir mesleği icra ediyor. Bencilliğinin ve eylemsizliğinin yanında kendisini hiçbir grubun veya tarafın içerisine koyamasa da, zihninde kendini bir yere oturtmuş. Fakat genel anlamda bütün olaylarda aslında kendini tanımladığı özelliklerin dışına çıkarak farklı refleksler göstermektedir. Bu durum bütün karakterlerde bu şekilde işleniyor. Her karakterin ‘kırmızı çizgileri’ olsa da bu çizgilerin zamanla sulu boyayla çizilmiş olduğunu ve kolayca silindiğini görmekteyiz. Bu açıdan yönetmen, önceki filmlerinin aksine, olay örgüsüne daha az yer verip karakterlere daha çok yer vermiş. Genel anlamda filmi beğensem de, gerek filmin uzunluğu gerekse de olay örgüsünden ziyade çoğunlukla derin ve uzun diyalogların verilmesi olumsuz gördüğüm noktalar olarak karşıma çıktı. Diyalogların kalitesi tartışılmaz ama biraz da hikayeyle birlikte akmak ister insan.


(Bu paragraf spoiler içerir) Tüm bunların yanında Nuri Bilge sinemasında hiç karşılaşmadığımız biçimsel yenilikler göze çarpıyor. Filmin bir sahnesinde Samet karakteri, arkadaşı Kenan’a haber vermeden, Kenan’la sıkı bir samimiyet kurmuş olan öğretmen Nuray’ın evine gider. Aralarında geçen ve her ikisine de hak verdiğimiz ama aynı zamanda hak vermediğimiz sert gerçek diyalog sonrasında birlikte olmak için odaya geçerler. Bu sırada Samet, evin ışıklarını söndürmek için salona gider ve geri dönerken tuvalete girer. Tuvalete girdiği anda Samet’i, Kuru Otlar Üstüne filminin set arkasında görüyoruz. Film çalışanlarının arasından yürüyüp setin tuvaletine giriyor ve cebinden bir hap çıkararak içiyor. Sonrasında ise filmin içine geri dönerek Nuray’la birlikte oluyor.


Özellikle filmin bu kısmını çok garip karşıladım. Çünkü Nuri Bilge’nin neden böyle bir deneysel çalışma yaptığını anlayamadım. Sonrasında yaptığım araştırmalar neticesinde Nuri Bilge’yi, filmin bu sahnesinden dolayı fazlasıyla hafife aldığımı anlayarak utandım. Bir tiyatro terimi olarak Brehtiyen yabancılaşma denen kavramı, bu sahne vesilesiyle öğrenmiş oldum. Bu sahnede Samet, ayağı olmayan biriyle bu tür bir ilişki içerisine girmek istemeyeceğini düşündüğü için, bu işi kolaylaştırmak adına hap alıyor. Hap olarak normalden farklı bir haz yaşıyor. Dolayısıyla hap etkisinde olacağından kendi olmaktan çıkmış oluyor. Ayrıca o gece, baştan sonra bizlere yansıtmış olduğu karakterinden sıyrılmış bir halde Nuray’ın evine gidiyor. Hiç yapmayacağı ve yapmaktan hoşlanmayacağı bir şekilde, rol icabı kadına çiçek alıyor. Evde büründüğü tüm o roller ise sadece Nuray’la birlikte olmaya yönelik olduğundan, aslında tamamen rol yapıyor. Dolayısıyla filmi izlerken bir anda karşımıza çıkan film seti, aslında onun oynadığı bu sahte role ithaf edilen bir sahne gibi. Aynı zamanda da Nuri Bilge bu sahneyle, Brehtiyen yabancılaşma çerçevesinde bizleri film izlemenin bilincine geri döndürüyor. ‘Sakin olun, bu bir film, bu bilinçle izleyin, bilinç oluşturun’ uyarısında bulunuyor izleyiciye. Deneysel bir sahneye böyle mükemmel kodlar yüklemesi, onun ne kadar büyük bir yönetmen olduğunun kanıtı.


Nuri Bilge, şimdiye kadar imzasını atmış olduğu tüm filmlerinde çok derin karakterler yaratmıştı. Kuru Otlar Üstüne filminde ise karakter oluşturma konusunda bence zirveyi yaşamış. Filmin karakterlerini de tek tek yazacak olsaydım bir kitap yazmak gerekecekti. Kuru Otlar Üstüne’de diğer filmlerinden ayrı olarak çocuk karakterleri de eklemiş. Çocukların doğasında da anlamsız bir kötülük vardır. Yanlış yaptıklarını bilseler de bile bile o yanlışı yaparlar, yapmak isterler. Kediye veya köpeğe anlamsızca vururlar. Bizim de çocukken bu tür vukuatlarımız var elbette. Her çocuk içerisinde anlamsız bir kötülük barındırır ve bu zaman zaman yetişkinlerin yaşantısının seyrini de ciddi anlamda bozar. Bu filmde ekstra olarak çocuk karakterlerini de işlemesi gerçekten muazzam. Nasıl olur da bir yönetmen, insan doğasına ve bu coğrafya insanına bu kadar hakim olabilir. Sonuç itibariyle aklımızdaki sanatçı algısı, elitizmle doğru orantılıdır. Bu filmi izledikten sonra Nuri Bilge’ye taşra yönetmeni değil, insan yönetmeni demeye başlayacağım. O gerçekten gerçek bir entelektüel.


Bunun yanında Nuri Bilge’yi politik olmamakla suçlayan garip bir kitle var. Nuri Bilge hangi filminde politik mesajlar vermemiş? Baştan sona tüm filmleri politik kaygı da taşıyor. Sanat dediğimiz şey bar bar bağırmak değil, verilecek mesajları ince dokunuşlarla detaylara saklamaktır. Sanat gizdir. Bu giz ise ‘ben buradayım ‘ demez. ‘Gel beni bul’ der. Anlama probleminiz varsa yapacak bir şey yok.


Kuru Otlar Üstüne filmi üzerine ve Nuri Bilge Ceylan sineması hakkında yazılacak o kadar çok şey varki… Yaz yaz, konuş konuş bitiremeyiz. Filmin uzunluğundan şikayet edebilirsiniz ancak gerçek bir sanatsever bu filmi sevecektir. Hatta yine bilet alıp yine izlemek isteyecektir. Çünkü Nuri Bilge tam olarak bir sinema filmi çekmemiş; içerisinde edebiyat, şiir, resim, fotoğrafçılık, felsefe gibi birbirini mükemmel ölçüde tamamlayan unsurları barındıran bir sanat eseri, bir başyapıt ortaya koymuş.


Filmi bir cümleyle anlatacak olursam; ‘’Yoruldukça yüklen, yüklendikçe in. Başka bir kuyudur zirve dediğin.’’