Belki hissettiğimiz andaki gerçekler bir zaman ve mekan sorunudur. Peki ya gerçeklik bu değil ise ne hissetmeliyiz ya da nasıl hissetmeliyiz?


Yaşam, geri veremediği o eski duyguları şimdi bir bir asıyor, duygularımızın cenderesinde. Sevişen ruhların aklı kaldı bir önceki yüzyılda. Tanımlanamayan o duygu eşsiz tatlar veriyor şu içinde olduğum sokakta... Işıklar ve yollar anlam bulma çabası içinde kıvranıyor ve gittikçe uzaklaşan arabalar... Anlamı sürüklenen girdaplar eşiğindeyim geceye ramak kala. Kasvet ince bir ruhun ipliği gibi gri hatları çağırıyor yalnızlığa... Bu ince hisler dünyasında sararıp solan her madde gibiyiz. Yaşamın uzamsız çizgisinde bir bir soluyoruz.


Şu an hep beraber dışarıyı izliyoruz. Karanlığın her tonu yavaş yavaş düşüyor zamana, gittikçe büyüyor içimdeki yangın. Sokaklar şimdi evrenin en tenha sessizliğinde çırpınıp duruyor. Bu demde artık pencerelerimizden daha çok izleyebiliyoruz, akıp geçen histerik duyguları... Bir sonbahar zamanına veda ederken kışın tüm yalnızlığını çağırıyor içimizdeki solan ruh. Gökyüzüne bakar artık şu sokaklar çünkü yeryüzü ruhlarımızın savaştığı demleri çağırıyor. Bu ıssız tenha kuytuda çarpışıyor ruhumuzun kaçamak duyguları. Sevişirken incitiyoruz sokakların çaresizliğini; yoksa bu kadar erken gider miydi kuşlar, geceye varmadan? Dönüyoruz gene alacakaranlığa...

İçimizdeki ölüleri bir bir uğurlayarak...