Türkçe yaşı itibariyle en eski diller arasında olup geçmişi milattan önce 2500-3500 yıllarına kadar dayanmaktadır. Tarihinin bu denli eskiye dayanmasına rağmen ilk eserlerini 8. yüzyılda ‘Orhun Abideleri’ ile vermeye başlayan dilimizin bu yüzyıldan önceki devrine belgelere ulaşılamadığı için ‘karanlık devir’ denmektedir. Fakat bir dilin yazıya geçebilmesi üzerinden çok zaman geçmesi ile doğru orantılıdır. Bu nedenle Çince kaynaklardan hareketle 8. yüzyıldan önce de M.Ö. 2. asırda metin verilmeye başlandığı savunulabilir. Henüz İslam kültürüyle tanışmamış Türklerin edebiyatlarını üç devrede inceleyelim. İlk olarak bir dilin yaygınlaşması için uzun bir döneme ve siyasi birlik himayesine ihtiyacı olması gerekmektedir. Köktürklerden önce Ak Hunların yazısının Köktürk yazısına benzeyip Türkçenin Hunlar devrinde şekillendiği tahmin edilmektedir. 568 yılında İstemi Yabgu’nun Bizans imparatoruna gönderdiği mektup İskit yazısı ile yazılmakta olup aynı zamanda Çince Budizm kitabı olan Nirvana-Sutra Türkçe tercüme edilmiştir. Bunun yanı sıra Avar ve Hazar Kağanlıkları da Türk yazısı kullanmışlardır. İkinci evre olarak; 552’de tarih sahnesine ‘Türk’ adı ile çıkan ve Kök Tanrı inancına mensup olan Köktürkler'in kullandığı dilin, işlenmiş bir edebiyat diline sahip olması daha önce de yazdığımız gibi Türkçenin en eski metinlerinin 8. yüzyılda Orhun alfabesi ile yazılmış olan ‘Orhun ve Yenisey Yazıtları’ndan önce de metinlerin olduğunu göstermektedir. Orhun Yazıtlarının ilki, 720 yılında ‘Vezir Tun Yokuk’un ölümünden önce kendisinin diktirdiği taş olup İlteriş ve Kapagan Han dönemindeki olayları kapsar. İkincisi, 731 yılında ‘Kül Tigin’ adına dikilmiş olup Yollug Tigin tarafından yazılmıştır. Son abide ise 735 yılında Tokuz Oğuzlarla yapılan savaşta yaşamını yitirmiş olan ‘Bilge Kagan’ (Bilge Tun Yokuk) adına dikilerek yine Yollug Tigin tarafından kaleme alınmıştır. Edebi açıdan Kül Tigin adına dikilmiş olan abide önem arz etmektedir. Üçüncü devre olarak; Uygur döneminde ise Türkler, Maniheizm ve Budizm dinleri ile tanıştı. Bu dinlerin etkisiyle Soğd kökenli Uygur alfabesini benimseyen Türkler, ilk ağız farklılığı olarak; Gabain’in ‘n-y ağzı’ olarak adlandırdığı ve Mani metinlerinde ‘n ağzı’nın Budist metinlerinde ise ‘y ağzı’nın kullanıldığı görülmektedir. 9. yüzyılın ortasında Uygurların Doğu Türkistana göç etmeleriyle birlikte bu yazı dili gramer, üslup, söz dağarcığı yönünden epey ilerleme kat etmiştir. Soğdca ve İrani dillerden çevrilmiş dini metinler, hikayeler, manzum dualar ve din dışı aşk şiiri gibi Uygur dil yadigarları Orta Türkçe devresinde lehçelerin oluşmasına katkı sağlamıştır. 8. asırda Maverāünnehirde İslamiyet’le karşılaşan Türkler, bu medeniyetin getirdiği gelenekleri de kabul ederek İslami eserlerle tanışıp Türk dünyasında şekillenmiş olan medreselerde, ilim ve kültür merkezlerinde Arapça ve Farsça dillerini öğrenerek edebiyatlarını da tanıma imkânı bulurlar. Farslardan öğrendikleri Arap edebiyatı ile yeni bir edebiyat geleneğini ve kültür dairesine giren Türkler, kendi edebiyat geleneğinden oldukça farklı bir vezin sistemi olan aruzla adeta bir imtihana girdiler. Arapça ve Farsçanın uzayıp kısalan seslerine karşılık şekil alamayan Türkçe sesleri aruza uydurmak oldukça zor olduğu için 11. ve 13. yüzyıllarda Türk asıllı şairler, Farsça şiir yazarak klasik İran şiirinin gelişimine katkıda bulunmuşlardır. Farsça konuşan halkın çoğunlukta olduğu bölgelerde siyasi otoriteye sahip olan Türk saraylarında edebi dil Farsça idi. Gazneli, Selçuklu ve Harizmşahlar döneminde saray dili Farsça olup Fars edebiyatı imalathanesi gibidir. Yazarlar hangi milletten olursa olsun Farsçayı kullanıyorsa büyük övgü ve himaye görüyorlardı. İran edebiyatının güçlü olduğu bu devirde şairler, klasik şiirde Türkçe dilini kullanmak için uygun bir ortam ve teşvik bulamamışlardır. İslam geleneği dairesine giren Türklerin, edebi faaliyetleri Batıda Farsça ile başlamış fakat Türkçeye çok geç dönemlerde geçilmiştir. Doğu sahasında Karahanlı (Doğu) Türkçesi ile 1070’te Balasagunlu Yuf Has Hacip tarafından ‘Kutadgu Bilig’ ve Türklerin ilk gramer bilgini olan Kaşgarlı Mahmud tarafından ‘Divānu Lügāti’t-Türk’ yazılır. Aradan kısa bir zaman geçtiğinde Edip Ahmed Yükneki tarafından ‘Atabetü’l-Hakayık’ kaleme alınır. Mezkûr hanedan saraylarında hüküm sürmeye devam eden İran edebiyatına karşılık Türk asıllı şairler Farsça şiirlerinin arasına Türkçe ibareler ilave ediyorlardı. Türkçenin şiirde kendini iyiden iyiye hissettirip bir hacim sahibi olması mülemmalar (çift dilli şiir) ile başlamaktadır. Bu merkezlerdeki Türk asıllı şairler, 13. yüzyılın ilk yarısına değin İran edebi estetiğine bağlı olarak Farsça şiirler yazarlar. 13. yüzyıldan sonra Moğol istilasından kaçıp Anadolu’ya yerleşen Orta Asya ve özellikle Horasan’dan Türkmen derviş ve şeyhleri, Oğuz yazı diliyle Türkçe dini-tasavvufi edebiyat geleneğini doğururlar. Özellikle tasavvufi akımlarla Türkçe yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanır. Anadolu’da Oğuz Türkçesi ile eser veren ilk şair, Horasanlı Ahmet Fakih’tir ve ‘Çarhname’ adlı eseri günümüze kadar ulaşmıştır. 1228’de Konya iline gelen Mevlānā Celāleddin-i Rumi ise eserlerinde Türkçe’yi beyit çerçevesinde kullanır. Oğlu Sultan Veled’in ise eserlerinde Türkçe, oldukça önemli bir boyut kazanarak daha sonraki nesillere Türkçe şiir yazma konusunda öncülük edecek mahiyettedir. Anadolu’nun en eski Türkçe şiir yazan şairi, Evhadüdin-i Kırmani’dir. 13. yüzyılın ortaları ile 14. yüzyılın başlarında yaşadığı bilinen ünlü Türk tasavvuf şairi Yunus Emre, Anadolu Türkçesinin yazı dili olmasında çok önemli bir yere sahiptir. Şiirlerinde halk dilini en canlı şekilde kullanan Yunus, Türkçeyi estetik bir boyuta taşımış ve yaymıştır. Eserlerinde halkın anladığı Arapça ve Farsça kelimeler de kullanmıştır. Halk, Yunus’un diline yabancı olmadığı için eserleri geniş halk kitlelerince şöhrete ulaşmıştır. ‘Hātem-i lisan-ı Türk’ adıyla da bilinen Yunus Emre Divan’ında işlediği tasavvuf konusu İslami ve insan merkezlidir. Kendine has bir söyleyiş tarzı yakalayan Yunus, Anadolu’da bir mektep haline gelmiştir. ‘Risāletü’n-nushiyye’ adlı eserinde İslam kültürünün Türkler üzerindeki tesirini ele almasını, geleneksel ‘alp tipi’ yerine ‘veli tipi’ ile işlemesi bakımından önemlidir. Türkçe’nin şiir dili haline gelmesi ve aruz vezniyle Türkçe şiirler yazılmaya başlanınca 13. yüzyılda Anadolu sahasında Klasik Türk Edebiyatı, ilk temsilcisi olan ve Horasan bölgesinden gelerek tekrar oraya dönmek isteyen Hoca Dehhani ile başlar. Din dışı eserler veren Dehhani, şiirlerinde gelişmiş bir Batı Türkçesi kullanmaktadır.

 

SONUÇ

Yazılanlar ışığında uzun bir geçmişe sahip olan Türkçenin pek çok sancılı süreçten geçtikten sonra edebi bir dil olduğu gözlemlenmektedir. Bu süreçte Horasan bölgesinden Anadolu’ya akın akın gelen tasavvuf alimlerinin Türkçe söyleyiş geleneği, Anadolu’da Klasik Türk Şiirinin doğuşuna vesile olmuştur.




 

KAYNAKÇA

Akün, Ömer Faruk. Divan Edebiyatı. İstanbul: İSAM Yayınları, 2013.

Akar Ali. Türk Dili Tarihi. 13. Basım. İstanbul: Ötüken Yayınları, 2018.

Piyadeoğlu, Cihan. ‘Güneş Ülkesi Horasan’. İstanbul: Bilge Kültür Sanat, 2012.

Şentürk, Ahmet Atilla – Kartal, Ahmet. 13. Baskı. ‘Üniversiteler İçin Eski Türk Edebiyatı Tarihi’. İstanbul: Dergâh Yayınları, 2016.

Ungan, Suna. ‘Türkçenin Yazı Dili Oluşum Sürecinde Karşılaştığı Bazı Tutumlar’. Kütahya: Dumlupınar Üniversitesi. Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 20, Nisan 2008..

Özkan, Mustafa. ‘Tarihi Perspektiften Bilim Dili Olarak Türkçe’. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi. 33 / 33 (Ağustos 2012): 141-158.

Ercilasun, Ahmet Bican. ‘Batı Türkçesinin Doğuşu’. Uluslararası Türk Dili Kongresi, 1998. TDK Yay.:655, Ankara,1996.