Hırkalı sohbetin ağızda tüten buharı
rüzgarda dans eden bayrağın
dokununca kaybolan hacmiyle
tuhaf bir benzerlikte
hasrettir biri yüne
diğeri esintiye
hep göğe baktık
peki ya altımız?
söylenecek sözlerin arasına
korsanca karışan imalardan bıkmışız
ön yargılarla barışmak mı
onlar bir evin kadifeden perdeleri
yanlardan biraz açarsanız
manzaranıza giysi
benliğinize örtü olur
aksi takdirde çıplaksınız
ideolojiler takıp takıştırdı
çok makyajlı beklenmedik bir ziyaretçi gibi
gelsinler müsait soframız
geleneğin kavuğunu giyip gelmiş
postmodern bir vezir
hani nerede o mutlak doğrular
yıldız ışığı ciddiyetinde akıllarımız
yağmurdan duygularla ne vakit ıslandınız
elden düşmüş bilimin
mutlaklığı yitik
göreceliliği pek soytarısı
neye göre kime göre diyerek
cambazlık ediyor
kıvamına gelmemiş bir sos gibi
örttü lezzetini damağımızın
tatsız...
boş verin bu sofrada başlar her şey ve biter
dışı sarı içi beyaz
kutsallık sanrısında bir ekmeğin
yoksa arasına koyacak gıdanız
deneylerinizi katık edin
gülümseyen biblolar terk edip vitrinlerini
geldiler
ceketlerini vurup sırtlarına
mesaisi biten bir işçi gibi
ellerine helva bulanmış
üzerine oturdukları örtüleri
savurup atılmış
onlar ki zihin emekçisi, düşünür şair ve yazar
merak etmeyin gerçekte onlar
iyi oynar destansı rollerini
sahneme, pardon soframa
hoş geldiniz Romalılar
alfabelerim çöktüğünde
anlatı gecekondulara sığındığında
bir gün tekrar buluşuruz
hiçbir şey sonsuza dek yok olmaz
ne de olsa
çünkü asıl ustalar
gölgelerinden sıyrıldı
aydınlık tavırlı
ama taçsız aramızdalar
dönüp bakınız.