Birinci Perde: Vav
Kırk yıllık kıran vakti, ardında harabe bir ıssızlık bıraktı,
Kendi putlarını dikerek gitti Babil sokaklarından.
Adam, uyandı.
Üç yüz yıllık bir uykunun
Omurga çatırdatan yorgunluğu
Gözleri tozla kaplanmış, bakışları bulanık
Ağır aksak çıktı mağaradan,
Eklemlerinde biraz kireç ve uykunun doygunluğu
Yürüdü
Yürüdü, bilmem kaç asır geçti aradan.
Susuzluktan çatlamış dudaklarında
Eski bir türkü mırıldanarak
Asma bahçelerinde gezindi bir vakit
yekne patahu tukeşte ötkörden
Umma setaru dimerbe tubgörgen
Yerle bir olmuş tapınaklar, putlar,
Menteşeleri kırılmış demir tabutlar...
Hışırtılı bir rüzgâr kuru yapraklarla eşlik ediyordu bu ezgiye
Ne şarap vardı testilerde ne de etrafta bir sunak
Bir zamanlar Euphrates'in emzirdiği bereket fışkıran bu diyar
Şimdi hiç olmadığı kadar kurak ve ölüm kadar çorak.
Sadece hiçliğin tohumları yırtıyor toprağı
Obruklar, o karanlık obruklar
Her baş veren filizde insan yutan obruklar…
Gölgesizler diyarının yorgun yolcusu
Yalpalayarak arşınlıyor bu karanlık çağı
Kirpiklerine sarılmış örümcek ağı
Puslu bakışlarında şehri çevreleyen karlı doruklar…
Vanta karası bir gece konuşlanmış şehrin sınırlarında.
Adam, bir umuda yelteniyor,
Karlı dağın yamacında titrek bir ışık düşleyip
Önce dizler, sonra eller, alın ve burun
Şavk-ı hayale karşı secdeye varıyor.
Ve taarruz emri yankılanıyor;
Atlar, nal sesleri, gürleyen soluklar
Önde mavi, ardı sıra is karası atlar.
Zelzeleler ve kasırgalar eşlik ediyor bu orduya,
Nallarında şimşekler çakan sürü
Yelelerinde bulutlar köpüren atlar.
Obruklara aman dileten bir karanlık,
Kırandan kalma ıssızlığa, nur topu gibi bir körlük armağan edip
Tozu dumana katarak, göçüp gidiyor.
Kim bilir kaç vakit hüküm sürer bu körlük
Vav perdesi kırk yıl,
Vav perdesi ağır,
Adam kör, adam sağır,
Adam, secdede.
İkici Perde: Lâm
Çiçeklerden bir mezar düşledin mi hiç?
Tahtası, hüvel baki taşı, üstündeki toprağı çiçek…
Lilith’in tomurcuklarından sunduğu sahte cennet
Aslında böyle bir mezardı düş sarhoşu âşıklara.
Lilith Tanrı’dan ıradı, Lilith yeni bir Tanrı aradı
Boğduğu erkek çocuklarının leğen kemiğinden yaptığı tarakla
Bakır telli saçlarını taradı,
Her telden kıvılcımlar aktı doruklardan yamaca
Akıllar çelen büyülü bir ezgiyle harladığı alev
Galebe çaldı yurtlardaki tüm ışıklara.
Şavk-ı hayalin secdesine baş koyan ağma
Kırk birinci rüyasında bu büyülü ezgiye kandı,
Adam, uyandı.
Yamaçtaki alevle yandı,
Bakır rengine boyandı.
Hani şair demişti ya:
Ben yanmasam
Sen yanmasan
Biz yanmasak
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa
Lâm perdesi kırk bin arşın,
Lâm perdesi kırk bin okka,
Adam, kıyamda.
Üçüncü Perde: Dal
T’ien Tao tapınağının miskin şairleri
O dağda buluştular
Tuğla sırladılar kırk gün kırk gece
Aynalı taşlarla, kırk kapılı bir han kurdular
Kırk oda, kırk ayna…
Perde kalktı, bakır yandı, doğurdu güneşi
Dağın yamacında yansıyan,
Bu güneşin ateşi.
İnsan en çok neyi arzular bilir misin?
Neyi özler?
Tanrı’nın terk ettiği çocuklar, her gün ölümün yolunu gözler.
Aynalı Han’ın yollarını adımlıyor adam.
İşaret taşlarından birinde okuduğu mısralar:
Ne kadar yakından ve arada uçurum
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi
Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini
Bir kış, bir bahar, bir yaz sonra
Kırk kapılı hanın, kırkıncı odasında
Göz göze geldi adam, kadınla;
Bir çift café noir karası göz, ölüm kusan çifte namlu gibi
Sırın arkasında, hiçliğin ortasında.
Kadın, aynada…
Dudakları abı hayat pınarı, gözleri Kenan diyarındaki kuyu.
Ateş dolu kadehlerin sakisidir,
Raks ile sunduğu sanki tesnim suyu.
İmkân hâlidir kadının bulunduğu sınır,
Peki ya mümkün müdür kurtuluş oradan?
Âşık dilerse cümle âlem seslenirmiş Tanrı’ya
Hiçlikte kaybolmak arzulandı
Varlıkta var oldu kadın, icabet etti Yaradan.
Şükranlar sundu bir küçük busede
"Biz gece ile gündüzüz,
Biz ters ile düzüz." dedi, hiç ümit etmedi.
Arkasını döndü
Ve gitti.
Oysa şair:
Âteş ü âbı bir şükûfe edip
Gösterir sun'ı ülfet-i ezdâd demişti.
İki büklüm eden bir karın ağrısıyla eğildi adam
Sûreti Mecnun’a benzer, kadına sîreti külfet
zum sehen geboren, zum schauen bestellt…
Yalnız kalmak için yaratıldı,
Yalnızlık emredildi…
Tanrı buyrukları, ruhumu ağrıttınız.
Tanrı buyrukları, on mu yirmi mi olacaksınız?
Nerelere kadar daraltacaksınız sınırlarınızı?
Yasakların gittikçe çoğaldıklarını mı vahyedeceksiniz?
Tanrı buyrukları, ruhumu hasta ettiniz…
Hasta bir ruh, çürük bir kalp
Dal perdesi yalan,
Dal perdesi kırk bin parça.
Adam, rükûda.
Dördüncü Perde: Elif
Çocukların duası kabul olurmuş,
Benim artık dualarım da kabul olmayacak
Her şey işte böyle yarım.
Hakikati kâle almamıştı adam,
Bir kör gibi görmemiş, bir sağır gibi duymamıştı.
Umuda yeltenmek,
Yeltenen: altından kalkamayacağı, yapamayacağı bir işe kalkışan
Yarım kalan her güzel düş gibi
Bu perde de işte öyle noksan.
Beşinci Perde: Nûn ن
Nûn, vel kalemi ve mâ yesturûn
Aramiler göğe döndü yüzünü, resmetti âlemi
Etrüskler yere döndü yüzünü, resmetti seni
Yarım kalmışlıklar işte hep bu yüzden
Bu yüzden nokta ayrıdır yaydan
Bu yüzden kurtlar, kuşlar hep feryat figan.
Daha bir ceninken hissederdim
Bir geyiğin uzaklarda vuran kalbini
Nabzım nabzına senkronize
Ta ki zarımı yırtana kadar…
Bilmem kaç vakittir bekliyorum sezmeyi
Ve şimdi tepeden tırnağa ürpererek duyuyorum
O'nun çağrısı yankılanıyor ormanın derinlerinde,
Rüzgâra ve yağmura davet var.
Bir kuzgun havalanıyor bilge kayının dalından
Maveraya kanat vuruyor
Güneş utancından dürülüyor ufakta,
Uzaklar yakın, yakınlar kayıptır artık
Işığın kaynağı iki yürek parıldıyor dağların yamacından
Dolunay secde ediyor,
Bulutlar yere inmiş
Kanat, vuslata gebe.
Kuzgunun tüyleri geceden kara
Bu karanlık, umut vadediyor...
06.06.2022 / İstanbul
Yusuf
2022-06-09T15:17:05+03:00Teşekkürler.
Kenan Birkan
2022-06-09T10:40:31+03:00Okuduğum nadir şiirlerdendi son zamanlarda. Kaleminize sağlık. 👌🏽👌🏽