Erich Maria Remarque’ın 1929 tarihli aynı adlı romanından uyarlama olan Alman yapım All Quiet On The Western Front (İm Westen Nichts Neues), "savaş karşıtı" duruşuyla çoğu epik filmden ayrılıyor. Romanın beyaz perdeye üçüncü uyarlanışı. Yönetmenliğini Your Honor, Rio filmleriyle tanınan Edward Berger üstlendi. Filmde Felix Kammerer, Daniel Brühl, Albrecht Schuch, Sebastian Hülk, Aaron Hilmer rol aldı. Film, 1914-1918 yıllarında geçen 1. Dünya Savaşı’nı konu alıyor.
Almanya ve Fransa’nın karşılaştığı Batı cephesindeki savaşı 17 yaşındaki Poul’un gözlerinden izliyoruz. Okulundaki profesörün konuşmasından etkilenen Poul ve arkadaşlarının savaşın üçüncü yılında orduya girmesini, hayatının ve psikolojisinin nasıl değiştiğini, git gide nasıl çöktüğünü ve korkuyu anlatıyor. Romanın yazıldığı dönemlerde bu tarz savaş karşıtı eleştiriler hoş karşılanmıyordu.1930 yapımlı Oscar ödüllü uyarlaması, 1933 yılında Naziler tarafından sansüre uğradı. Bununla beraber savaş gazisi olan Remarque, İsviçre’ye kaçmak zorunda kaldı. Diğer epik filmlerden ayrılan en belirgin özeliği savaşın saçmalığını çok etkileyici bir şekilde anlatmalarıdır. Tüm düşünceleri birkaç görselle bile göstermeyi başarıyorlar. Yönetmen Berger’in “Savaşın insanlık dışı dehşetini en iyi şekilde yansıtan eser” dediği romanı kendisi de en iyi şekilde kameraya yansıttığını görüyoruz.
Aynı Üniforma Farklı Bedenler
Çok cesur ve kanlı bir film. Savaşı olabildiğince tüm çıplaklığıyla gösteriyor. Ölü insanlar, havai fişek gösterilerini andıran bombalar, çığlıklar, yanan insanın acısını izleyenlere hissettiriyor adeta. Savaşın en sıcak yerini bütün canlılığıyla anlatıyor. Kâbusu şiirsel bir sinemayla yansıtan Berger, anlamsızlığı göstermeyi başarıyor. Müzikler çok yerinde ve ince dokunuşlarla hikayenin içine girmemizi sağlıyor. Filmin soundtrackını Volker Bertelmann yaptı. Remains ve All Quiet On The Western Front müzikleri beni en çok etkileyen unsur oldu. Bir filmin soundtracki o filmin havasını bir nevi konusunu hissettirmeli. Bertelmann, bunu gayet iyi bir şekilde yansıtıyor.
Film Üzerine
Film, annelerini yiyen tilki yavrularla başlıyor. Bir metafor olarak bakıldığında "anne" olan tilkinin çocuklarını kendi etiyle beslemesi bir yıkıma yol açıyor. Ailesini çiğneyip savaşa giden Paul, sonucunu düşünmeden kendi yıkımını getiriyor. Heyecanı git gide korku ve çaresizliğe dönüşüyor. İlk başlarda Poul'un gözlerindeki mavilik, filmin sonlarına doğru en soluk rengini alıyor. Kirli yüzündeki gözleri, petrollü bir denize dönüşüyor. Daha en başından ölen bir askerin yıkanmış, dikilmiş üniformasını alan Paul, “Üstünde başkasının adı yazıyor” dediğinde görevlinin ismi yırtıp atması bile bireyin değersizliğini anlatmaya yetiyor. Savaşta sınıfsal fark yoktur. Bir ayakkabıcıyla zengin çocuğu olan bir liseliyi yan yana tavuk çalarken görebiliyorsunuz. Savaşın ne olduğunu bilmeyen bu çocukların ilk kurşunda eve gitmek için ağlamaları, hatta kafayı yemelerini ve bireyin savaştaki değersizliğini profesörün "Önemli olan birey değil daima bütündür." sözüyle de görüyoruz.
Poul, gözümüzün önünde çökmeye başlıyor. Ne yaptığının farkında olmayan sadece sözde adam öldürmekten bahseden bu genç, düşmanla karşı karşıya kaldığında kendini koruma içgüdüsüyle saldırmaya başlıyor. Tam öldürecekken onun gözlerinde gördüğü korkunun kendisinden bir farkı olmadığını anlıyor. Onu kurtarmaya çalışması ve öldüğünde düşmanı denilen insana sarılıp ağlamsından da savaşın bir toprak kaybetmekten daha önemli şeyler olduğunu gösteriyor. Poul’un yaşadığı vicdan, arkadaşlarını kaybetmesiyle öfkeye dönüyor. Bombalar patlarken diğer taraftan bu manzaraya karşı sigara içen generalin sadece ego ve kendini kanıtlama çabası yüzünden sonuçlarını izliyoruz. Çünkü Alman heyeti ne kadar ateşkes imzalasa da son dakikalarda generalin askerleri hücuma yollaması ve saldırıyı kabul etmeyen askerlerini kurşuna dizmesi genel hatlarıyla siyaseti anlatıyor. Generalin vicdansızlığı, tüm siyasetin ete kemiğe bürünmüş hali.
Bir avuç toprak ne kadar önemliyse bir avuç kan da o kadar değerlidir. Bir avuç toprak için minyonlarca kan gidiyorsa o toprağın hiçbir önemi kalmaz. Savaşın bitimine saniyeler kala Poul’un arkadan bıçaklanması ve Fransız askeriyle bakışmaları da bu sistemin ikiyüzlülüğünü çok net bir şekilde gösteriyor. Hiçbir değeri olmayan bir yolda amaçsızca ölmesi, anlamsızlığın en anlamlı olduğu an. İronik... Tüm karakterlerin simgelediği ve anlatmak istediği ayrı bir hikayeleri var. Hepsiyle empati kurulabilir. Çok farklı ve kendine özgü melankolik anlatımıyla sürükleyici bir film.
“Bir köpeğe kemik at havada kapar bir insana güç ver canavara dönüşür.”