BAY İ:

— Gür sesli bir nara saçın yalanın çehresine. Haykırın ruhu paslanmış ayıp çukuru müdavimlerine, tükürün suratlarına. Kızarmazsa şayet yanakları; orada, o an hiç beklemeden ölüm doğuran, doğurabilen hüküm özetini giydirin umuda. Soyun beden giydirdiğimiz umudu, çırılçıplak üryan bir kahpe izlenimi verin. Umudun suçu ne diye düşünmeyin. Sakın. 

Sadece içime akan bu naraları dinleyin! Bir zamanlar tanıdığım bu insanlar da kim, yalan sarmış bütün uzuvlarını, gözlerini, sözlerini... Ayıp tanımıyor gözleri, sözleri, kulakları... Yalancı, ucube oluvermişler. Bütün günahlarını yalanın arkasına ustaca gizlemişler. Bir çisenti gibi yağıyor üstüme gerçekler ve mumdan yapılmış yalanları yağmurun alevinde eriyip gözlerime asıllarını veriyor. Bu yitik histe umudun kim vurduya gitmesine göz yummadan hükmü giydirin!


YALAN GİYMİŞ HERHANGİ BİRİ:

— Neden böyle boşluğa dalıyorsun?


BAY İ:

— Gecelerimin zehrinden, gecelerime akıttığınız zehirden. Yağmura zorladığınız ateşten. Tabi böyle diyemedim haykırarak. Ah aptal dilim beynimin iplerine bağlanmış ahmak dimağım. Kalbimin pencerelerini sıkı sıkı örtmüş haykırışlarını havayla buluşturup yalanın suratına tükürüklerle saçamayan iradem. Sustum. İyice susmanın çocuğu oldum. Sonunda "Yanılsamalardan kaçınıyor gözlerim!" diye bir ses çıkardım ama emin olamadım, benim sesim miydi? Şimdi karşımda yıllar yıllı geçmişime kazınmış insana bakıyorum. İnsan artığına bakıyorum! 

Zavallı, zavallı, zavallı bir kasırgaya dönüştü sözlerim. Suratını faça izleriyle doldurması gereken sözlerim namussuz bir tebessüm bıraktı dudaklarında. Bu ses benim değildi, bu cılız ehemmiyetsiz ses benim olamazdı, benim olmamalı!


YALAN GİYMİŞ HERHANGİ BİRİ:

— Alemsin. (Güldü)


BAY İ:

— Umudun etlerini lime lime öğüten şu kaypak gülüşe bakın. Utanmalı insan bu çağda bu kadar yalana battığına.