Soruşturmanın sona ermesiyle başımızdan geçen bu talihsiz hadisenin kesin bir şekilde açıklığa kavuşturulması fırsatını nihayet yakalamış durumdayım. Zannederim, üzerimizdeki bu fırtına bulutlarının dağılması adına bunu benden başkasının yapması ne doğru olurdu ne de yerinde saptamalarla mümkün olurdu. Nitekim adı lazım değil gazetelerin köşe yazarlarının aksine bu durumu edebiyatın insan psikolojisindeki kırılmaları kontrol edilemez bir hale getirmesi zırvasından kurtarmak niyetindeyim. Karşıma aldığım topluluğun düşüncelerinde ne denli kararlı olduğunu kestirmek hiç de zor değil. Olayın yaşandığı akşamın ertesi gününde, olay yerine adım dahi atmamış pek çok kimsenin yoğun bir hayal gücüyle daha o sabah baskıya yetiştirdiği yargıları hayretler içinde okuduğumu değerli okuyucuma bildirmek isterim. Söz gelimi, edebiyatın dehşet verici bir tutku halini alması kimi tereddütlerin görmezden gelinmesiyle sonuçlandığı iddia edildi. Buna ek olarak yazmanın insan doğasını değiştirdiğini, öngörülemez davranışları ya da psikolojik çalkantıları gün yüzüne çıkardığı hararetle tartışıldı. Dehşet verici kurguları tasarlayan zihinlerin ne kadar masum olabileceği sorgulandı ve yazarlar, ben bu yazıda aksini iddia etmemle değiştiremeyeceğim muhtelif ithamlara kurban edildi.

Bilindiği üzere dergimizin adı geçtiğimiz aylarda birkaç kez gündeme gelmiş, ülkemizin önemli kabul edilen yazarlarının öykü ve denemelerinin artık tarafımızca yayınlanmayacağı açıklanıp baskı planımızın yenilenmesiyle birlikte pek çok kalem tarafından açık açık topa tutulmuştu. Dergi içindeki bu köklü değişikliğin en önemli nedeni ve deyim yerindeyse mimarı, adını şu günlerde gazetelerde sıklıkla duymakta olduğumuz yayın yönetmenimiz Bay T.'den başkası değildi. Derinlikli ve dönem dönem önemli şahsiyetler çıkaran edebiyatımızın yakın geçmişteki içler acısı mevcudiyeti ve bu kepazeliği öngörülen sürekliliğine bir son vermek idealiyle gecesini gündüzüne katan Bay T. için söylenebilecek çok şey var. İnanıyorum ki okur, bütün bunları anlatmaktaki iştahımı ve çabamı bana çok görmeyecek, hiç değilse yazının sonuna kadar metanetini koruyacaktır.

Bay T. ile ilk tanışmamızda hiçbir olağanüstülük bulunmadığı gibi benim de aralarında bulunduğum dergi ekibinin onun ilgisini çektiğimizi de söyleyemem. Bu durumun kesinlikle tek taraflı bir kayıtsızlık olduğunu itiraf etmem icap eder. Çünkü bu orta yaşlı adam aldığı iyi eğitimin, sahip olduğu yüksek ahlakın ve prensip sahibi biri oluşunun bir neticesi çevresinde kendiliğinden oluşan kapsayıcı ve yönetici tavrı büyük bir incelikle taşıyor ve bulunduğu her yerde söylediklerinin dikkate alınmasını doğaüstü bir gereklilik gibi insanlara kendi kendilerine kabul ettiriyordu. Her zaman özenli giyinmeyi kendine bir borç sayan, gerekmediği sürece konuşmayan bay T. yaptığı işi dünya üzerindeki en önemli mesele sayar, işinin ya da iş üzerindeyken dikkatinin herhangi bir koşulda bozulmaması için azami önlemler alırdı. Yarattığı etkiyi asla gölgede bırakmamak koşuluyla, ki böyle bir şeyin olmasına imkan yoktu, küfür etmek gibi bir alışkanlığı vardı. Bu alışkanlığının en belirgin olduğu durumları okurumun dikkatini çok dağıtmadan örnekleme cüretini göstereceğim. Teslim edilmesi gereken düzeltmelerin, okunması gereken dosyaların zamanında düzeltilmemesi ve okunmaması; gerekli düzenin ve titizliğin sağlanamaması, günün koşullarının iyi takip edilememesi, seçimlerin yanlış yapılması ve politik konularda doğru adımların atılmaması gibi daha sayıp dökeceğim pek çok konuda sesli sesli söylenir, belli belirsiz küfürler eder ve muhteşem bir psikolojik baskıyla işlerin derhal yoluna konmasını sağlardı.

Her şeye rağmen kısa süre içerisinde etrafındaki herkeste onun çok yüce bir gönlü olduğu izlenimini yarattı. Hatta aramızdan bazıları ondan söz ederken, dünya üzerinde bir insan var mıdır ki yüreği onun yüreği kadar hassas ve yücelikle çarpsın. Eşi benzeri görülmemiş bir ahlak ve adalet duygusu olduğuna kimsenin bir itirazı yoktu. Göğsünde çarpan şu hassas yüreğin dünya üzerindeki iyilik ve iyi ahlakı tesis etmek adına oraya konduğuna kimse karşı çıkmazdı.

Öte yandan derin bir entelektüeldi. Yalnızca edebiyat alanında önemli işler yapmamış; kimya, tarih ve felsefe ile de son derece yakındı. Tüm akıl gücünü öğrenmeye ve düşünmeye adamıştı. Toplantılarda sahneyi alıp konuşmaya başladığında söyleyecek bir iki sözü olanlar bile sürüp gitmekte olan monoloğa kendilerini öylesine kaptırırlardı ki günün sonunda alınmış iyi bir edebiyat dersinin yanında yapılacak yığınla işle masadan ayrılırlardı. Batı realizmi onun için bir tutkudan öteydi. Sözü döndürüp dolaştırıp batı yazınına getirir, onlardan alınacak nice şeyler olduğunu söze eklerdi. Öyle ki kendini bilmezin biri Bay T. ile hararetli bir tartışmaya tutuşup memleketimizin yazarlardan birini Frypon'la kıyaslayagörsün. Küplere bindiğinde bile saygısını korur, "Bağışlayın, ancak sözünü ettiğiniz kimsenin elinden kalemi aldığınızda geriye yalnızca bir insan kalır. Oysa Frypon'un kendisini dahi yok etseniz ardında bırakacağı şey edebiyatın kendisidir." şeklinde, kırmadan fakat doğrudan ifadelerle düşüncesinin doğruluğunu kabul ettirmeye çalışırdı.


Olayın gerçekleştiği akşama kadar dergimizde çalıştığı süre içinde pek çok atılım yaparak ortaya koyduğu kalitenin rakiplerimizin dikkatini çektiği yazımı okuyacak olan rakip dergi çalışanları ve yöneticilerinin malumudur.

Ortalama bir derginin seve seve dergisinde yer vereceği, büyük olasılıkla ilgi görecek dosyaların kesin reddi, dergiyi takip eden kitlenin hızla yön değiştirmesine neden oldu. Aynı zamanda dergimiz kısa süre içerisinde önemli entelektüel gelişmelerle daha nitelikli bir kitle oluşturmayı başardı.


Tüm bunlar olurken neredeyse her dergi için dönem dönem büyüyen bir sorun çok da telaşa gerek görülmeyecek şekilde varlığını hissettirmeye başlamıştı; reddedilen yazarların tehdit içerikli ısrarları ve sonraki baskıda yer alma talepleri.

İşte Bay T. için adından çokça söz ettirecek kırılma noktası da bu oldu. Nisan sonlarına doğru edebiyat dünyamızda büyük ses getiren 'Üç Dilin Hikayesi', 'Bir Mektubun Öyküsü', 'Durağan', ve 'Tuvalde Bir Şiir' adlı öyküler ve 'Yazmamak Tercihi', 'Renkler ve Notalar Üzerine' adlı deneme ve makaleler yayımlandı. Giderek yükselişini sürdüren dergimizde daha önce benzeri görülmemiş bir disiplin hakimdi. Çalışanların bu kadar yoğun baskı ve tempoya karşın nasıl var güçleriyle ve yüzlerinde doğal bir gülümsemeyle çalıştıklarını söylesem bilmem inanır mısınız?

Haziran ayındaki takvimde içeriklerin seyrelmesi hepimiz için beklenen bir şeydi. Fakat yakaladığımız ivme o denli büyüktü ki bunun dert edilecek bir şey olmadığında hemfikirdi. Az ama öz, kendinden söz ettirecek nitelikli bir şeyler yayımlasak yeterdi.

Ta ki bir sabah masama bırakılan dosyanın doğrudan Bay T. tarafından gönderilip benden derhal yayına hazırlanması istenene kadar. Dosyayı okuduğumda aklıma gelen ilk şey bunun nasıl mümkün olabildiğiydi. Bu noktadaki ifadelerimi yazar adaylarının şevkini kırmak niyetiyle yazmadığım konusunda okurumu temin ederim. Üzerine söylenecek pek çok söz olsa da dosyanın içeriği tam anlamıyla bir felaketti. Korkunç hatalı bir edebi kavrayışın bütün bir estetik anlayıştan var gücüyle sıyrılıp zorla uyandırılan uyku sersemi bir çocuğun eline kalem verilmişcesine hezeyanlarla dolu bir yazıyı doğurması ancak bu kadar yerinde bir saptama olabilirdi. Rüzgarı arkasına almış olan bir dergi için tartışmaya yer bırakmayacak şekilde kabul edilemez bir paçavranın nasıl olur da derhal sonraki sayıya yetişmesi gerektiğini öğrenmek için uzunca beklemem gerekmedi.

Bay T. beni odasına çağırdığında ilk fark ettiğim şey küllüğünün ağzına kadar dolu olduğu ve sigara içerken ellerinin titrediğiydi. Yüzünde kaçınılmaz bir dehşetin izi vardı ve sanki bu dehşet oturduğu yerde içinde büyüyor, endişesi saniye saniye daha da artıyordu.

"Sana söyleyeceklerim var. Kapıyı iyice kapattın mı?"

"Evet efendim." dedim ve gösterdiği yere oturmak için öne atıldım. Benim tavırlarımda bir aşırılık arıyor ya da yüzümde benim bildiğim ama ondan sakladığım bir şey varmış gibi o şeyi bulmak için var gücüyle gözlerini yüzümde gezdiriyordu. Bu kudretli adamı böylesine tetikte görmek beni olabildiğince şaşırtmıştı.

"Koridoru kontrol ettin mi, kimse var mıydı?" diye sordu. Bunu sorarken bana doğru eğildiğinde göz altlarının ne kadar mor olduğunu gördüm. Uykusuzluktan ya da doğrudan doğruya korkudan yüzü çökmüş, şakakları içeri gömülmüştü. Benim bakışlarımı fark edince ütüsüz gömleğini düzeltip elini saçına götürdü. Toparlanmaya çalışıyordu fakat kaygılı halini kontrol altına almakta büyük güçlük çektiği belliydi.

Az öncekine kıyasla biraz daha toparlandığında kendisine gelen tüm mektupların ve paketlerin kimsenin eline geçmeden hızlıca ve kimseye belli etmeden ona getirmemi istedi. 'Bu işin hayati öneme sahip olduğunu' kısık sesle ama vurgulayarak tekrar etti; "Bu çok ama çok önemli." Bana bu görevi vermesinin nedenlerini anlatırken beni övmeye çalıştıysa da eline yüzüne bulaştırdı. Kendinin de zor anladığı birkaç şey geveledikten sonra çıkmamı istedi.

"Benden baskıya hazırlamamı istediğiniz dosya konusunda kararlı mısınız efendim?"

"Evet tabii. Hangi dosya?"

"Şey, Çayyaş efendim. Söyleyecek çok fazla şey yok, çay ve çaya dair bir aşk şiiri."

"Ah, evet, biliyorum. Hazır mı?"

"Olacak efendim."

"Nasıl buldun?"

"Daha kötüsünü yazmak ancak ölüm döşeğindeki birinin birkaç saniyelik zoraki çabasıyla mümkün olabilir."

"Biliyorum. Yakınım olur, yine de yayına sokun."


Takip eden birkaç gün boyunca Bay T.'nin dergideki varlığı iyiden iyiye seyrekleşmeye başlamıştı. Dergide olduğu zamanlarda da ofisinden dışarı çıkmıyor, onu görmeye gelenleri geri çeviriyor, önceden planlanan toplantıları hatırlattığımızda mutlaka iptal ediyor, misafirlerinin, orada bulunmadığı gerekçesiyle geri çevrilmesi istiyordu. Çayyaş şiirinin basımından hemen sonra dergiye gelen mektuplarda korkunç bir artış yaşandı. Şikayetler çığ gibi büyümüş, editörlerin üzerindeki toplum baskısı önüne geçilemez bir hal almıştı. Böyle bir saçmalığın basılmasına karşı iki kesim birden hepimize yüklenmeye başlamıştı. Entelektüeller dergiyi bir daha kesinlikle satın almayacaklarını, dosyası reddedilenlerse tehdit dozlarını arttırarak ölüme varan cezalar keseceklerini yazıyorlardı. Entelektüel kesimin şikayetleri kabul edilebilir olsa da reddedilen güruhun tehdit mektupları çalkantılı denemelerden öteye gitmediği için, daha doğru bir deyişle, tehdit ederken kullandıkları dilin ve anlatımın beğenilmesi olasılığına karşın mektuplar o denli ağdalı bir dille yazılıyordu ki okuyan için endişe uyandırmaktan çok gülünç sayılabilirdi.


Bay T.'nin durumuyla ilgili göze çarpan en önemli gelişmeyi şöyle açıklayacağım: birkaç gün üst üste kendisine gelen mektupları ona götürdüğümde odaya bir çeşit zebani ya da hayalet girmiş gibi tepkiler veriyor, elimde gördüğü mektupların can havliyle üzerine atılıp ceketinin içine sokarak sanki kollarıyla onu korumak istermişçesine bir tavır takınıyordu. Bir şey sormaya yeltendiğimi düşündüğünde tabiatın gövde gösterisine benzer bir gürlemeyle yüzü mosmor kesilene kadar ardı ardına küfürler sıralıyordu. Tek kelime etmeme izin vermeden çıkarken kapıyı iyice kapattığımdan emin olmam için emirler yağdırıyordu.


Aynı hafta içinde sakin bir öğleden sonrasında Çayyaş şiirinin sahibinin dergi binasını birbirine katmasıyla irkildik. Olmadık hakaretler ve tehditlerle Bay T.'yi görmek isteyen şair bizlere garip adlar takıyor; yan kesiciler, haydutlar diye sesleniyordu. Bay T.'nin ofisinde olmadığına bir türlü ikna olmayan adamı zapt etmekte fena halde güçlük çektik. Adamı sakinleştirmek için var gücümüzle çabaladıktan sonra yazdığı notu Bay T.' ye ulaştırmamız şartıyla binayı terk edeceğine söz verdi.

Notu, ancak Bay T.'nin cesedinde bulunduktan kısa süre sonra okuma fırsatım oldu. Notun en önemli kısmı şöyleydi:


"... Hiçbir düzeltme yapılmayacak dedin. Bana düzeltme yok dedin. Benim şiirimi benden daha iyi bildiğinize mi inanıyorsun kör olası! Karanlık bir akşam vakti yüzünde denizden gelen ferah bir esinti hissettiğinde anlamadığın şekilde içinde büyüyen o korkunun kaynağı ben olacağım, böbreklerini paramparça edip bitap bedenini yola sereceğim..."


Bay T.'nin ölüsünün tıpkı burada tarif edildiği gibi bulunması kaderin bir oyunu ya da tesadüfün böylesi midir bilinmez. Ne var ki polisin ikisi için de ayıracak çok zamanı yoktu. Şairin bulunması ve tutuklanması yıldırım hızıyla gerçekleşti. Soruşturma süresince gazeteler fokur fokur kaynarken derginin düşmanları 'gözü dönmüş edebiyatın bir neticesi' şeklindeki başlıkların altında zehir zemberek ithamlarda bulundular.


Okuru burada aydınlatmam gerektiğinin farkındayım.


Olayın gerçekleştiği akşamın sabahında gelen mektubu teslim etmek üzere Bay T.'nin ofisine gittim. Ofiste olmadığını görünce böylesine önemli bir eşyayı bir yerlerde bırakmaktansa üstümde taşımanın daha güvenli olacağına karar verip Bay T.'yi beklemeye koyuldum. Ancak o gün ve daha sonrasındaki günlerde bir daha gelmeyecekti. Olay yaşanır yaşanmaz tüm eşyalarına el kondu ve soruşturma kapsamında konuya dair bir açıklama yapmamız yasaklandı. Cinayetin en önemli zanlısı olarak Çayyaş'ın şairi olarak görüldü ve oklar hem onun hem de edebiyatçıların üzerine çevrildi. Böylesine yüksek bir adama kıymak için bir meftun, bir deli olmak gerekirdi. Ki tüm bunların ortak bir fikir olarak aptalca şiirler yazan, basılan şiirin editöryal aşamada küçük değişikliklere uğramasını dergi binasını basarak protesto eden bir zavallıda toplandığı gerçeği kabul edildi.


Cinayet haberi bana ulaştığında aklıma ilk gelen şey teslim edemediğim mektubu okumak oldu. Mektubu okuduktan hemen sonra polise teslim edip evime döndüm. Tüm bunları unutup derin bir uyku çektim. Mektup şimdi elimde olmadığından doğrudan aktaramayacağım. Ancak hatırladığım ve unutmamın pek mümkün olmadığı kimi noktaları özete ekleyeceğim.

Bay T.'nin acılı bir annenin gazabına uğradığını söylemek yanlış olmaz. Küçük kızının defalarca taciz edilmesinden yavaş yavaş ve sonunda kesin bir intikam alan bir anne.