Yürüyordu Bay Ulaşamaz, peşinde sürükleniyordum ben de. Böyle tiplere rastlamak pek mümkün değildi zira Nişantaşı’nda, her hareketini not ediyordum onun için. Kaldırımlarda sağlı sollu dizilmiş kafelerden hiçbirine giremeyeceğinin bilinciyle yürüyordu Bay Ulaşamaz. Biraz ilerledi ve hemen solunda iki katlı lüks bir güzellik merkezinin balkonunda bir afet-i devrana takıldı gözü ama ne afet! Duman gibi hatun, dur bi' dakika duman da ne kelime, tozu dumana katar; hortum kasırga gibi bir şey bu... Bir iç geçirdi Bay Ulaşamaz ama ne iç geçirme! Havadaki azot-karbon dengesini sarsacak türden. Kıza bir daha bakmıyor, tabii erişemeyeceğini biliyor nihayetinde. Çünkü onun adı Bay Ulaşamaz, göbek adı Bay Erişemez. Lakapları da say say bitmiyor aslında; icabında Bay Giremez oluyor damsız girişin yasak olduğu mekanlara, yeri geliyor Bay Yapamaz oluyor bir sorumluluk kendisine kalınca, Bay Başaramaz olmuşluğu da çoktur, şöyle bir hayatının özetini çıkarsan. Varamaz, edemez, gidemez bu adam, ailesinin ve bir tutam çevresinin ondan yana bir beklentisi de yok galiba. Zaten bir şey bekledin mi Bay Boşaçıkarır oluverir kendileri. Nişantaşı’yı tavaf etmeye kararlı anlaşılan Bay Ulaşamaz. Durağa zamanında varamayacağı hakikatini aklından çıkarmayıp yürüyor bodoslama. Nihayete erdi yolculuk sonunda, ben de takibi bıraktım, Nişantaşı çıkmazında durdu kendileri. Çıkmaz dediysem sokak gelmesin aklına; en pahalı mücevherlerin olduğu bir kuyumcu vitrinine kitlenmiş, faltaşı misali açılan gözlerini okutma derdinde kuyumcuya. Ama o da farkında gözleri som altın dahi olsa ciğeri beş kuruş etmez herifin tekidir kendileri. Hasılı kelam bu mağlubiyetler silsilesine bir iki sıfat daha eklemek istiyor Bay Ulaşamaz kuyumcunun vitrinini manzara ederek kendine: Bay Alamaz, Bay Veremez... Zira kendileri Bay Atsan Atılmaz Satsan Satılmaz...