Bazı adamlar vardır, yolunuz kesiştiğinde aklınızı uçuracak kadar âşık ederler sizi kendilerine. En büyük egemenliği kurarlar ruhunuzda, bedeninizin en gizli yerlerinde. Genelde kıskanç ve yaşları büyüktür sizden. Üzerinize değecek gözler bile tehdit eder onların egemenliğini ve hırlarlar hemen vahşi bir köpek gibi. Muhtemelen onlar kırklarından sonra yaşıyorlardır bu hâkimiyetin keyfini ve siz avuçlarında minnacık ellerinizle kaybolursunuz geceleri. Ne yaptığınızı, nereye gideceğinizi ve hatta nasıl nefes alacağınızı bilirler. İçin için korkular sarar benliklerini. Terk edilecekleri günü dakikasına kadar bilirler tıpkı bir falcı gibi.


Bazı adamlar vardır; yolunuz kesiştiğinde sakalının grisini koyar boynunuza, ömür boyu unutamazsınız o ürpertiyi. Aklınızı uçurur şiirlerde, müziklerde, şarapların döküldüğü kayalık gecelerinde İstanbul’un. Biraz ileride Kuşkonmaz Cami... Karşıdan kalabalık bir semt bakar ve dökülür balıkların yaşları Kız Kulesi’nden boşalan kadehlerinize. Bazı adamlar vardır; deler geçer sizi, nereden geldiğinizi unutursunuz gözünün mavisinde. Kıskançlıktan çatlarken damarları balık kokulu sokağında Cumhuriyet’in, siz bir daha hiçbir yerde bulamazsınız nefesinde martılar saklanmış böyle inat bir sevgi. Bazı adamlar vardır; kör eder, topal eder insanı, deler, geçer, yıkar hayatınızı. Damgasını vurur, mühürler dudaklarını her yanınızın ve şiirler söyler hiç bilmediğiniz kelimeleri eritir. Harfler sokulur birbirine. Adamlar vardır ok gibi saplanır şarkılara, taş gibi ezilirsiniz altında sevdasının ve İskender’in kılıcında titrerken bulursunuz kendinizi. Gözü dönmüş sevdalarda tırmanır bedeninize. Ve bazı adamlar vardır: Azdır ve bir gün onlardan hiç kalmayacaktır.

 

Doğduğu topraklardan çocukken kaçmak zorunda kalan bir şair vardı. Onlar topraklarından kaçarken babası da annesinden kaçmış, Yunan bir kadınla İsviçre’de yaşamaya başlamış. Okuma yazma bilmeyen annesinin fotoğrafı daha sonra basılacak şiir kitabının kapağı olmuştu. Kadın yeniden evlenmiş, bir de kız çocuk dünyaya getirmişti. Adam kız kardeşini hiç sevmemiş ve bu, nefes aldığı sürece hiç değişmemişti. Kimliksiz bir çocukluk, ergenlik ve gençlik geçiren adam bir gün evli bir kadının ricası üzerine televizyon tamir etmek için kadının evine girmiş sonra salonda deliler gibi sevişmişlerdi. Kadın boşanır boşanmaz da onunla evlenmişti. Bu evlilikten bir de oğulları olmuş, kadının kocasını aldattığı gibi bir gün de kendini aldatacağını hiç düşünmemişti. "Kimliksiz mesleksiz bir adamdım ben, beni ondan başka kabul edecek kimse bulunmazdı." diyerek anlatmıştı bunu. İşini, kadını ve evi terk etmişti. Oğlunu terk etmeyi hiç düşünmemiş ancak daha sonra oğlu onu terk etmişti. Adam uzun süre çok büyük sıkıntılara göğüs germek zorunda kalmış, çocukluğunda ve gençliğinde öğrendiği ne varsa bunca yıldan sonra hayatta kalabilmek adına işe yaramıştı.


Tüm bunlar yaşanırken adam amatör bir tiyatro topluluğunda şiir okumak için çağrılmış, provaların birinde sahne ışıklarının altında şiiri okuyup bitirdikten sonra genç bir kadın görmüştü ona bakan. İşte o gece sakalının grisini kadının boynuna koymuş ve hırlamıştı egemenliğini tehdit eden herkese. Kadının şarkılarına ok gibi saplanmış ve mühürlemişti dudaklarını. Evini terk eden adam; parmağındaki yüzüğü çıkarıp, mahalle bakkalının tezgâhına koyup, üç şişe bira vermesini söylerken bilememişti sakalının ürpertisine şarkılar söyleyecek bir genç kadının onu beklediğini. Genç kadın adama Atlantis adını takmış, yalnızlıktan tuzlanmış tenine bu isimi herkes çok yakıştırmış.


Atlantis martılara okumuştu şiirlerini ve sessizce dinlemişti kadın bu tuhaf yan yana gelmiş sözcükleri. Uykusuzluktan açılmayan yorganların altında sevişirlerdi. Atlantis: “Kirpiklerin, demir kapısı çocukluğumun.” derdi ona. Kadının sırtı öpülmekten pembeleşmişti. Alışılmış terk ediliş hikâyeleri, sakalının grisini kadının boynuna koyduğu gece bitmişti Atlantis için. Kadın bir gün gitse de Atlantis bir daha hiç terk edilemeyecekmiş gibi yaşamıştı. Kadın Atlantis'e göre çok gençti. Bir gün Atlantis’in annesini ziyarete gitmişlerdi.

Yaşlı kadın ikisine birden bakarak: "Bu delilik." demişti. Elleri felçliydi. Üsküdar sokaklarına sorarsanız hiç kimse şikâyetçi değildi bu aşktan. Taksiler, balıklar, martılar, kayalıklar, piyango bileti satan adamlar, karşıya geçmek için bekleyen motorlar... Hatta ezan okuyan müezzin bile gülümsüyordu sabahlayan gözlerine. Kadın minnacık elleriyle kaybolurken Atlantis’in avuçlarında bir daha hiç kimsenin onu böyle sevemeyeceğini sezmişti. Sokaklarda yürürken Atlantis’i kadının babası zannedenler olur, hatta adama: "Kızınız pek güzel, Allah bağışlasın." diyenlere çok gülerlerdi.


Kadın nefesini kesen bu aşkın kıskançlık krizlerinden bunalmaya başladığında Atlantis için tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Kendini kontrol edemediği, anlamsız, saçma kıskançlık krizleriyle kadını o kadar çok bunaltıyordu ki; kadın, seviştikleri gecenin sabahında ayrılmalarının en iyisi olacağını söylemişti Atlantis’e. Atlantis' in gözleri sinirden puslanmış, mavisi griye dönmüştü. Atlantis'i yüzyıllardır alışık olduğu yalnızlığına terk ederken yüzünde sapsarı bir ifade vardı. Kadın gittikten sonra ölene kadar başka hiçbir kadına dokunmamıştı. Ayrıldıkları sabah gözlerinin mavisi griye dönmüş, bir daha hiç eski mavisini gören olmamıştı. Uzun süre yürüdükleri sokaklarda, otobüslerde şuursuzca dolaşmıştı. Bu olaydan yirmi kusur yıl sonra tekrar karşılaştıklarında Atlantis ondan son gecenin hesabını sormuş: "Madem terk edecektin, niye benimle seviştin?" demişti. Kadın cevap vermemiş, sessizliği Atlantis’i bir kez daha büyülemişti.


Ayrıldıkları günden itibaren kadın onu uzun zaman sürekli rüyasında görmüş; yatağının yanında, nefret grisi gözlerini tavana dikerek hiç konuşmadan, kıpırdamadan yerde yatıyordu. Yıllar sonra terk ettiği bu deniz gözlü adamın, yaşamına en büyük güzellikleri katan paha biçilmez bir değer olduğunu anlamıştı genç kadın. Zamanı unutmanın diğer adı mutluluktu, insanın sevdiği insanla zamanı unutmasıydı bu.  Atlantis, kadından sonra hep yalnız yaşamış, zaman hep perşembe öğleden sonrada kalmış:

 

                                                       Ruhumun

                                                       Karanlığında

                                                       Kol gezer

                                                       Delilik

                                                       Ve kan damlar

                                                       Sivri

                                                       Dişlerimden

                                                       Ölüm kadar soğuk

                                                                                        Atlantis