biricik nar çiçeğim, gözleri küçücüğüm ve yüreği pür-ü pak kızım. elime ne zamandır kitap almadım, inan bilmem. bir şey oldu ve sanki adımlarım geri geri gitti. bulunduğum yerden savruldum ki hissettiğim de odur ki hâlâ da savrulup dururum. baharda dökeceği olan bilmem hangi ağacın kaçıncı yaprağı gibiyim. evet varım ama varlığım da öyle köksüz ki, işte böyle aniden geliverecek olan bir rüzgar bile beni ait olduğum yerden kopartabilir böylece. lafü güzafa girmek istemem. bu işin lafı güzafı da olmaz zaten. kimliksizim. renksizim. cinsiyetimi bile yok sayar vaziyetteyim. kendi ismimi kendim seçer oldum her gün. kâh tomurcuklanan bir çiçeğim, kâh geçmişten geleceğe koşan bir çocuğum. bir gün sana anneyim, bir gün kardeş. varsın en sevdiğin tokanım, duvarındaki ağ tutan örümceğim. bir şeyim ama işte neyim? maddenin hâllerinden çok uzağım, maneviyattayım ve hiç keşfedilmemiş o şiirin yanlış yazılmış cümlesinin içindeyim.


gözlerim sık sık dalıyor son günlerde. yollarını gözler olduğum bir beklediğim varmış da, o kadar çok beklemişim ki artık beklediğimi unutmuşum ve bu bekleyişler de benim için rutin hâline bürünerek alışkanlık olmuş sanki. diyorum ya, tuhaf. her şey çok tuhaf son günlerde.


geçen gün evden pazara diye çıkıp sana geleceğim tuttu. bilirsin, bizim evle sizin ev arasındaki mesafe epeyce büyüktür. delilik midir diyeceksin ki seni temin edilebilirim ki evet, bu bir deliliktir, yürüyesim tuttu. yürüdüm, nar çiçeği. öyle çok yürüdüm ki ayaklarımın tabanları sızlamaya başladı. sızısı dizlerime, ardından baldırlarıma kadar vurdu da yine yürümeye devam ettim. o an fark etmemişim ama akşamında fark edeceğim ki parmaklarım da su toplamış. bir ara yine öyle daldım ki sana gelirken sokakları karıştırdım. ne acı anna, öyle değil mi? yürürken bile düşünmeyi bırakamıyorum. hiç bilmediğim bir sokakta kaybolup evinin sokağını bulabiliyorum ama kaybolduğum benliğimi bulamıyorum. onu hangi sokakta öyle boynu bükük, omuzları düşük, dudakları titrek; öyle korkular içinde, ben öyle onu çaresiz bir şekilde bıraktım bilmiyorum. hatırlamıyorum, allah kahretsin ama hiçbir şeyi hatırlamıyorum. hayır hayır, doğru olan kelime bu değil. hatırlayamıyorum.


kafamın içinde beni mahveden küçük, böyle küçücük insancıklar var gibi. ellerinde kendileri kadar büyükçe de çekiçler, vuruyorlar. habire. inanamazsın anna, müthiş bir ağrı kafamın içindeki. öyle de arsız bir şey ki yerinde de durmuyor. tüm bedenimi dolaşıyor. bir bakmışsın enseme çullanmış, bir bakmışsın omurgama, bir bakmışsın karnıma. daha fazlasını saymak beni şu an usandırır vaziyette, sen işte daha aklına hangi uzvumu getirebilirsin o kadar çok. annecim, biricik annecim avucumun içerisine her öğün bir tane turuncu hap koyuyor, bir bardak da su uzatıyor. önce hapımı atıyorum ağzıma, üzerine de su içiyorum. bilsen anna, şu sıralar beni en çok mutlu eden şeylerden biri su içmek. lıkır lıkır. lıkır lıkır içiyorum. içtiğim suyu hissediyorum, serinliyorum, sonra biraz hafifliyorum. ilaçlardan sonra beni bir uyku hâli sarıyor sorma gitsin. gören göz kapaklarımın üzerine bir filin konakladığını düşünecek, açık tutmakta fena zorlanıyorum.


rüyamda sık sık pazara diye çıkıp sana geliyorum. üstelik yalın ayaklayım. öyle sevinçle geliyorum ki sana, her seferinde çiçekli ve şöyle bir baksan beş ökçeli terliklerimi giymeyi ve kokusunu çok sevdiğin nergisleri almayı unutuyorum. yolun yarısında aklıma düşüyor da söve söve nasıl geri dönmek istiyorum. ama dönemiyorum. çünkü bir bakmışım ki yine kaybolmuşum. ne oluyor bana böyle diye hayıflanıyorum ama rüya ya işte, gerisin geri dönemiyorum. sana gelemiyorum anna, olmuyor, gelemiyorum. ayaklarım kanayana kadar koşuyorum. öyle çok koşuyorum ki göğsüm daralıyor, bunu hissediyorum. terliyorum. düşüyorum. dizlerim çok kanıyor. sonra film burada kopuyor. ben yine düşüyorum. ama bu defa çok yüksekten. çok çok yüksekten. yüreğim ağzımda uyanıyorum. bilirsin, benim hep yüreğim ağzımdadır ve sana nergislerle gelmeyi çok severim.


uyumak dışında en çok yaptığım aktivitelerden biri annemin bahçesindeki çiçekleri sulamak oluyor. görsen, o kadar güzeller ki, bazen bu hayatta annemin suladığı çiçeklerden biri olmak istiyorum. bu istek tüm göğsüme yayılıyor, ince bir hastalık gibi. düşünsene anna, bir çiçeksin, zehirli bir sarmaşık seni sarsa da temizlenebilirsin. ama insan öyle mi, canımın içi, insan öyle mi cancağızım? dört bir yanımız en kahpe sarmaşıklarla çevriliyor da yine de zehrimizden kurtulamıyoruz. bir çiçeğin marifetini ve onun güzelliğini kendimizde taşıyamıyoruz. oysaki insanların diğer tüm canlılardan üstün olduğunu iddia eder tanrı tüm kutsal kitaplarında. üstelik bundan bir de mucizeymiş gibi bahseder. darılmaca gücenmece olmasın ama tanrı halt etmiş. diğer tüm canlılar insanlardan daha üstünmüş.


bugün yine sana gelesim tuttu anna. çıplak ayaklarımla. evet, bile isteye, çıplak ayacıklarımla. annemlere, pazara çıkacağım, dedim. annem sıkıntılı bir ifadeyle gözlerime baktı. yalan söylediğim için bana kızma nar çiçeği ama n'apayım, annemlere sana geleceğimi söylediğim an kitliyorlar kapıları. bana deli muamelesi yaptıklarını düşünüyorum bazen. ellerinde kafayı yiyecek gibi oluyorum. bazen onları babamla konuşurken yakalıyorum. senin öldüğünü söylüyorlar. olacak iş mi bu yahu? çok sinirleniyorum, öyle çok sinirleniyorum ki kapıyı çekip çıkasım geliyor. ölsen ben bilmez miyim a canım, hiç hissetmez miyim? kabullenmediğimi söylüyorlar, yaşadıklarımın etkisinden de çıkamıyormuşum aylardır, büyük travmaymış bu, doktor anneme bana hak vermesi gerektiğini söylüyor. çıldırtıcı bunlar. delirmişler inan. zırvalıyorlar.


sen yine de üzülme ama bak ben geleceğim sana. yürürüm de hiç durmadan, bırak konuşsunlar onlar. insanlar hep konuşur zaten, susturamazsın onları. biriciğim, bebecim*, yavrum, güzel kızım. ellerimde nergisler, pazara diye evden çıkarak geliyorum sana.