Bedri Rahmi Eyüboğlu, Türk edebiyatının ve çağdaş Türk resim sanatının duayen isimlerinden birisi. Kendisi 1911 yılında Giresun’da dünyaya geldi ve Trabzon Lisesi'nde eğitim gördüğü sırada öğretmeninin cesaretlendirmesiyle beraber resme yönelerek kariyerini bu alanda ilerletmeye karar verdi. Devam eden süreçte ise İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'ne girdi. Nazmi Ziya ve İbrahim Çallı gibi önemli ressamlardan ders aldıktan sonra Paris’e gidip Andre Lhote’la birlikte çalışma fırsatı yakaladı. Bunun yanı sıra amatör olarak kaleme aldığı şiirleri Yeditepe, Ses, Güney, İnsan, İnkılapçı Gençlik ve Varlık gibi ünlü dergilerde yayımlandı.



Sanat çıkmazlarında yoğrulan bu üstün kabiliyetli genç adam, ilk kişisel resim sergisini 1934 yılında Bükreş’te açtı. Sonrasında Anadolu’yu diyar diyar gezerek duygu ve düşünce dünyasını halk motifleri ekseninde geliştirdi. Süslemeci bir anlayışla yaptığı tablolarında çini, kilim, heybe, yazma ve çorap bezemelerinin renklerini ana kaynak olarak kullandı. 1959 yılına gelindiğinde Paris’teki NATO binası için 50 m2’lik bir mozaik pano hazırlayıp adeta ününe ün kattı. Ayrıca uluslararası Brüksel Sergisi’nde altın madalya, Sao Paulo Bienali’nde de onur madalyası kazanmasının ardından heykel, vitray ve seramik çalışmalarına yöneldi.



Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yazı ve şiir üslubundan bahsedecek olursak eğer burada da tıpkı resimlerinde olduğu gibi halkçı bir stili benimsediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Genel itibariyle kültür hazinesine olan ilgisini açık ve akıcı bir anlatımla okuyucusuna yansıtarak etnik öğeleri kendine has bir tarzla harmanlamayı tercih etti. Eserleri arasında dikkat çeken pek çok şiiri olmasına rağmen onu edebiyat dünyasında tanınır yapan esas şiiri ise “Karadut” olacaktı. Çünkü trajik bir öyküsü var Karadut’un. Bu nedenle ne zaman okunursa okunsun her yaştan insanın kalbinde bir miktar sızı bırakmayı başarıyor.



Hikâyeyi anlatalım… Bedri Rahmi Eyüboğlu 1936 yılında Eren Hanım ile evlendi. Mutlu bir birliktelik yürüten bu genç aşıklar oğullarını kucaklarına aldıktan sonra birbirlerine daha da kenetlenip tam anlamıyla bir aile oldular. Bedri Rahmi; İstanbul Güzel Sanatlar Üniversitesinde asistan olarak çalışıyor, ev ve iş hayatı tam da olması gerektiği gibi muazzam ilerliyordu. Fakat bir şey oldu sonra. Üniversiteye misafir öğrenci olarak gelen yetenekli heykeltıraş Mari Gerekmezyan, babalık duygusunun en zirve dönemini yaşamakta olan Bedri Rahmi’nin kalbini çaldı. İkili, birbirlerine sırılsıklam aşık oldu ve önlerindeki hiçbir engele aldırmadan hissettiklerinin peşinden korkusuzca gitmeye karar verdiler. Akabinde sık sık Bedri Rahmi’nin atölyesinde buluşmaya başladılar ve bu yasak ilişki neredeyse herkesin kulağına gitti. Hatta Eren Hanım bile durumdan haberdar olmuştu. Ama genç kadın herhangi bir hamlede bulunmayarak sessiz kalmayı seçti. Çünkü her ne olursa olsun kocasının bir gün mutlaka ona ve oğluna geri döneceğini düşünüyordu.



Bu süreçte Bedri Rahmi Mari’nin hem resimlerini çiziyor hem de aşk dolu şiirler yazıyordu sevdiği kadına. İşte o çok ünlü Karadut şiiri de pek tabii ki Mari için yazılmıştı. Günahımsın, vebalimsin diyordu ona Bedri Rahmi. Mari de sevgilisinden geri kalmayıp kalbine santim santim işlediği bu adamın şahane bir büstünü yapmış, duygularını bir taş parçasıyla ölümsüzleştirmişti. O kadar çok seviyorlardı ki birbirlerini, yaşadıkları şeyin neredeyse bir masal olduğuna inanıyorlardı. Hiç kimse ve hiçbir şey umurlarında değildi. Ancak olay duyuldukça Ermeni asıllı olan Mari dinden aforoz edilecek ve ailesi bu ilişkiye şiddetle karşı çıkarak, genç kızı zorla evlendirmeye çalışacaktı. Mari ve Bedri Rahmi bütün bu sıkıntılara karşı birbirlerine yaslanıp güçlü durdular. Asla kimseye boyun eğmediler. Herkes ve her şey üstlerine gelse dahi aşklarından vazgeçmeyerek ilişkilerini yaşamaya devam ettiler.



Fakat kendilerini bulutların üzerinde gördükleri o eşsiz zamanların birinde ne yazık ki korkunç bir şey geldi başlarına. Mari, tüberküloza yakalandı. Sevgilisinin her dakika yanında olan Bedri Rahmi ise çok pahalı bir antibiyotik gerektiğini duyunca hemen tablolarını yüksek fiyattan satışa çıkarıp ilacı temin etti. Onun için canını bile feda etmeye hazırdı ancak Mari günden güne eriyor ve tedaviye bir türlü yanıt vermiyordu. Maalesef ki gösterilen insanüstü çabaların hiçbiri işe yaramadı ve güzeller güzeli Mari, 1946 yılında hayatını kaybetti.



Mahvoldu Bedri Rahmi Eyüboğlu, dağıldı. Kendini alkole vererek sanat çalışmalarından tamamen uzaklaştı. Yemiyor, gülmüyor, herhangi bir yaşam belirtisi göstermiyordu. Tüm bu yıkılmış anlarında bile bir an olsun onu yalnız bırakmayan Eren Hanım, kocasını toparlayabilmek adına tüm gücüyle mücadele etti ve sonunda başardı. Bütün o talihsiz yılların ardından sevdiği adam ailesine geri dönmüştü.



Aradan seneler geçti. Takvimler 1949’u gösterdiğinde İstanbul Büyük Kulüp’te bir sanat gecesi düzenlendi. Oldukça iyi ve dinç görünen Bedri Rahmi Eyüboğlu bu toplantıya eşiyle birlikte katıldı. Gecenin ilerleyen saatlerine doğru ünlü şairden bir şiir okuması istendi. Sahneye çıktı Bedri Rahmi ve gözlerinden süzülen sitemkâr yaşlarla beraber Karadut’u okudu. Karısı da dahil olmak üzere oradaki herkes bu şiirin kime yazıldığını çok iyi biliyordu. Her şeyin düzeldiğini sanan Eren Hanım o an bir kere daha aynı yerden vuruldu. Artık bu küçük düşürülmeyi kaldırabilecek kadar güç bulamıyordu kendinde. Bıraktı, pes etti ve o gecenin ardından oğlunu da yanına alıp Paris’e gitti. Hissettiklerini ise şu dramatik mektupla dile getirecekti:



“Canuşkam,

 

Kulüpte bir gece şiir okumuştun hani! Hatırladın mı? Gözlerinden birden yaşlar döküldüğünü görünce içimin karardığını hissetmiştim. Sesin nasıl titremişti. Hey! Bütün bunları hatırlıyor musun? Sanki böğrüme kızgın bir ütü yapışmış gibi olmuştum. O gece… Senin seneler sonra bile olsa yanıp tutuştuğunu anlamıştım! Bedri’nin ruhuna, insanüstü bir gücün acıyıp ona güç vermesi için dua etmiştim. Ruhunun çektiği acıları Allah dindirsin. Allah sana resim yapma sevinci versin ve bizim yanımızda yaşamaktan mutluluk duyabilmeni sağlasın.

 

Eren.”

 


Eren Hanım bir süre Paris’te yaşadıktan sonra Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun kendini ciddi anlamda düzeltmesiyle birlikte evliliğine devam etme kararı aldı. Duaları kabul olmuş, kocası bir daha onu ve çocuğunu asla yalnız bırakmamıştı. Bedri Rahmi, vefat ettiği 1974 yılına kadar Eren Hanım’ın yanından bir an olsun ayrılmadı.

 


Karadutum, çatal karam, çingenem

Nar tanem, nur tanem, bir tanem

Ağaç isem dalımsın salkım saçak

Petek isem balımsın ağulum

Günahımsın, vebalimsin.

Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan

Yoluna bir can koyduğum

Gökte ararken yerde bulduğum

Karadutum, çatal karam, çingenem

Daha nem olacaktın bir tanem

Gülen ayvam, ağlayan narımsın

Kadınım, kısrağım, karımsın.


Sigara paketlerine resmini çizdiğim

Körpe fidanlara adını yazdığım

Karam, karam

Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam

Sıla kokar, arzu tüter

Ilgıt ılgıt buram buram.

Ben beyzade, kişizade,

Her türlü dertten topyekün azade

Hani şu ekmeği elden suyu gölden.

Durup dururken yorulan

Kibrit çöpü gibi kırılan

Yalnız sanat çıkmazlarında başını kaşıyan

Artık otlar göstermelik atlar gibi bedava yaşayan

Sen benim mihnet içinde yanmış kavrulmuşum


N'etmiş, n'eylemiş, n'olmuşum

Cömert ırmaklar gibi gürül gürül

Bahtın karışmış bahtıma çok şükür.

Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum.

Karam, karam

Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam

Sensiz bana canım dünya haram olsun.




Kaynak: 1, 2