Diego elindeki, üç sene önce yazdığı kağıtlara bakarak içindeki kederin yeniden canlanmasına izin verdi ve tekrardan okudu onları. '' Hava hafif soğuktu, böyle havalarda kendini bulduğunu hissederdi, hava ile bir olup rüzgarın arkasındaki toz konvoyuyla birlikte sürüklenirdi. Şimdi bu sürüklenmekten bıkmış, üstü başı toz halinde kalmıştı, üzerindekileri çıkarmadan balkondaki salıncağa uzandı ve sallanmaya başladı. Sallandıkça pas tutmuş demirlerden gelen ses bütün bir kıtayı yerinden oynatıyormuş hissi verdi, kalktı. Kafası bulanıktı, kendim için bir düşünce defteri tutmalıyım diye içinden geçirdi ve bu deftere yazılacak şeylerin en içerden olması için kendisine yemin etti ve yemin kasasının anahtarını balkondan aşağı fırlattı. Kalem ve defteri almak için oturma odasındaki dolaba doğru yöneldi, bu dolabın yerini sevmezdi çünkü yan dairedeki yeni evlenen bir ailenin kavgası naklen ona oradan yansıyordu. Ve şimdi elinde bir kalem ve bir defter... Çok uzun bir zaman geçmişti içindeki son kez döktüğü gün. En çok kanayan yarasından başlamayı düşündü ve yazmaya başladı.

-Yıllardır ruhumun yabancılığına tanık olan bu yüzlerin gittikçe bana da yabancı olması çok garip, hepsi yanımda olacağına söz veren aynı zamanda bu sözü verirken kullandıkları dilde bir hatayı bilinçsizce yapmışlar. '' Bazı eklerin yanlış yazımı'' ben ve ruhum, birbirine ek değil. Bu yabancılık yüzünden aramakta olduğum çoğu şeyin pusulasını kaybettim, kör oldum, yürüyecek halim kalmasa bile adım atmaya devam ettim. Geriye baktığımda gördüğüm tek bir şey var, bir cinayetin ayak izleri. Öldürüldüğüm günün başlangıç noktasından bu güne. Bitiş çizgisi asla görünmeyen ama aniden önümde belirecekmiş gibi. Bilir misiniz? 

Aslında gayet açık ve net, bütün uğraşım ben. Kalbimin derinliklerine merakım yüzünden bu haldeyim. Yıllardır onun en kalın duvarlarını parçalamak için elimdeki düşünceleri kullanıyorum. Bazen bir çekiç, bir matkap... Asla en ince yeriyle uğraşmadım, hep en kalın duvarlara yöneldi düşüncelerim, yere düşen moloz parçaları yüzünden yürümekte zorlanıyorum. Kalbimin en kalın duvarını sorarsanız hemen cevap verebilirim, sevgisizlik duvarı. Arkasında duran o insana ulaşmam gerekiyor, yıllardır o duvarın arkasında bir deri bir kemik kalmış olana, gözlerinde sadece öfke kalmış, derisinin üzerinde tüm herkese söylemek istediklerini yazmış olana, bana. Vuruyorum, vurdukça bir ses geliyor,

-Dur, lütfen vurmayı bırak.

Dinlemiyorum, bu kadar yalnız bırakılmış olan her şeyden korkar. Elimdeki düşünceleri yere bırakıyorum, hepsi aşındı, kör oldu. Duvarlara vurmak fayda etmiyor. Bekliyorum tekrardan bu yaşamın bana vereceği taze duyguları, harcamak için. Kendimi pes etmiş halde bulmanın iğrençliği suratıma bir tokat atıyor. 

''Kendine gel seni korkak. Sen bunca duvarı kendine zarar vermek için mi parçalıyorsun? O insana ulaşamazsan, kendine de ulaşamayacaksın. Şimdi sen, pes edersen benim varlığımı da yok etmiş olmayacak mısın? ''

-Umrumda değil. Bir ses duvarın arkasından.

-Buradayım ama aynı zamanda çok uzaktayım. Esirim, kendimi kurtarmak için çok yol denedim, denedikçe bu duvarlara tuğla attılar, yükseldiler önümde bir dalga olup üzerime düştüler.

-Ses, sesi duyunca ürpertim beni terk etti. Kafamdaki en ağır düşünceyi şekillendirdim, artık bir balyoz. Vuruyorum, vuruyorum. Yere düşen molozları artık ayaklarım umursamıyor. Devam, bir cesedin son vuruşları. Ulaşmaya çalıştığımı hayal ediyorum. Bitmiş, yorgun, ölgün. Onu oradan çıkartıp iyileştirme umudum beni daha güçlü yapıyor. Duvar bunca yıl bana karşı gelmişti, şimdi kırılmak için dua ediyordu, en azından çıkarttığı seslerden bunu anlayabiliyordum. Duvarında gücü kalmamış, içeride esir tutulanı tutmaya. Yüzünü kırmızı ve siyaha boyamış, tam ortadan çatlatmaya başlamış. Bir ses..

-Dur, çok yaklaştın. Ya sende kötü biriysen, ya benim kalmış bu son tüylerimi kopartıp, yıllardır beklediğim özgürlük düşüncesini elimden alırsan.'' Yazı bitmişti. Diegoda. Kapıyı çalan Smetra'ydı. Kalktı ağır adımlarla kapıyı açtı ve yüzündeki tiksintiyi onun gözlerine yansıttı. Smetra içeriye girip her zaman oturduğu koltuğa yöneldi, koltuğun üstünde az önce Diego'nun okuduğu kağıtlar duruyordu. Onlara hiç bakmadan masanın üzerine koydu. Ve birden Smetra'ya dönüp şunları söyledi:

 -Biliyor musun? Birisi benden gerçekten nefret ettiğini belirtse ve bunu son derece inanılmaz bir şeffaflıkla söylese, samimi, ufak bir objektifliğe yer vermeden yapabilse gerçekten ona hayranlık duyardım. Hatta aşık bile...

-Neden senden nefret ettiğini açıkça bu kadar temizlikle belirtebilen bir insana hayran olacaksın ki? Duygular temiz bir cam olduğunda can acıtır Diego. Saydam olan her duygu birer çividir, insanoğlu bu duygulara alışık olmadığı için hastalıklıdır, bunu hiç düşünmedin mi? Etrafına bak.

-Biliyorum Smetra, duygular temiz olduğu için boğuluruz, anlayabildiğimiz için acı çekeriz. Ben acı çekmek istiyorum ve ancak o zaman kendimi yalnızlığın içinde gerçeklikle yüzleştirebiliyorum. Yarım kaldığım gerçeğini.

-(Smetra sustu)

-Ne kadar yarım kalırsam o kadar tamamlanmış olacağım, ne kadar arkamda benden bir parça bırakırsam onları geri dönüp bulacağım, ne kadar dağılırsam o kadar birleşeceğim. Ben kendi yarım bırakılmışlıklarımın bütünüyüm. Fakat anlamıyorum Smetra, neden insanlar parçalanmamaya bu kadar özen gösteriyor, neden kendilerini dağıtıp tekrar farklı parçalar bulma umuduyla yola düşmüyorlar. Neden acı çekmekten korkuyorlar, neden bir insana güvenip tüm duygularını yer altına gömmüyorlar? Anlamıyorum.

-Ancak bir deli kendi bütününü bozup, tekrar birleşmek için acıyı ister Diego. Sen bir delisin. İnsanların acı çekmesinin onlara iyi geleceğini düşünen aptalın tekisin. Karanlığın, hiçliğin dünyasındaki renklerin gerçek renkler olduğunu söylediğin günden beri perdelerini değiştirip odanı karanlığa boğdun. Oturdun karanlığın içinde bir şeyler yazmaya başladın, yazdıklarının çoğu anlaşılmadı ve sen buna ''Hiçliğin alfabesi'' adını koydun. Dünya senin ve senin gibiler yüzünden dönüyor. İnsanlara acı çektirmek için onu besliyorsunuz.

-(Diego sustu)

-Sen acını unutmak için acı çekmeliyim diyorsun, çektiğin acıyı unutmak içinde acı çekiyorsun. Bu döngü senin kalbine öyle bir işlemiş ki ruhun o odada o perdelerin karanlığına gömüldü. Dürüstlükmüş kime ne? Dümdüz bir yolun var, kendi çukurunu kendi kazan bir lağımcı olmaktan zevk alıyorsan, o çukurun pisliği burnuna gelince, sen Diego, acı çekiyorum diyemezsin. Bunu sen istedin, sen onun içine girdin, o senin değil. Biliyor musun? Senin gerçekten zeki birisi olduğunu düşündüğüm zamanlar oldu.

-Anlamıyorsun Smetra. O çukur ve oda sayesinde buradayım. Çukurdan çıkmak için girdim, aydınlığa ulaşmak için karanlığa gömüldüm. Ben kendimi bunlarla tamamlıyorsam, beni yarım bırakanlar ile uğraş. İnsanlarla, hepsiyle. Hiçbir insandan bir şey alamadım, kendime veriyorum. Kendimi alıp. Sakın benden özür dilemeye kalkışma, özür, bana yapabileceğin en kötü eylemlerden birisi sadece. Beni yanlış anladığının kanıtı, kendimi sana anlatamamanın göstergesi sadece ve ben kendimi ne kadar zorlarsam zorlayayım asla şeffaf bir şekilde anlaşılmayacağımın belgesi.

-Ben hiç böyle düşüneceğini bilemezdim... Ama özür dilemek bir erdem değil midir? Nezaketin doğduğu toprak değil midir? Kendini haksız görüp bunu karşıya anlayışlı bir şekilde kabul ettirmek değil midir? Söyle Diego, ben kimim?

-Sen toplumun en erdemsiz insanısın, hiçbir şey bilmeyen, bildiğini sanan bir köpeksin. Tasmanın rengi, insanların zevkine göre değişen, özrü sadece kendini medeni kılmak için kullanan bir sessin. Öyle yankılanıyor ki bu sesin her insanda senin ses tellerini görüyorum, duyuyorum. Sesini duydukça tırnaklarımı kullanıp şakaklarımdan aşağı yüzümü parçalamak istiyorum. Sen, sana tepside sunulmuş etik değerlere o kadar alışıksın ki bir hırsız, çocuğu için bir ekmek çalsa ona acırsın. Sen merhametini kendine tutuyorsun, başkasına değil. Senin merhametinden oluşan mızrağın, senin ellerinde parçalanıyor.

-Diego sen...

-Senin bu dünyayı mavi, yeşil, beyaz gibi renklerle görmenden bıktım, bana dünya yuvarlak olduğu için insanların kaderi birbirine bağlıdır diyorsun. Aynı dairenin içinde döne döne buluyoruz birbirimizi. Bu tür saçmalıklara kafanı yorduğun için senden nefret ediyorum. Dünyanın bir şekli yok, elimde sıkıp büzüştürdüğüm bir kağıt parçasından farkı yok. İstediğin kadar iyi bir hayat yaşa elinde sonunda çöp kutusuna giden, yazarın sonunu istediği gibi getirdiği kağıt parçasıyız biz. Birbirimizi tüketmek için varız. Her sayfa bir öncekini ve sonrasındakinin arasında çürüyüp gidiyor. Dünya kocaman bir çöp kutusu, dolduğu vakit yeni pisliklere gebe.

-(Susmaya devam etti)

-Smetra, sen, seni sana anlatabilen herhangi madde ile daha önce karşılaştın mı? Ben cevap vereyim, hayır. Karşılaştığın vakit göreceksin ki o şey senin içini bilen bir yaratık. Usta bir cerrah. İçini çıkartıp, bütün organların üzerinde deney yapmış, bunları teste tabi tutmuş bir deli. Bütün organlarını teker teker neşteriyle yarıp bakmış sonra onları tek tek dikmiş. Ruhun üzerinde o kadar araştırma yapmış ki senin ileride yaşayacağın duyguları vurmuş yüzüne. Bu Smetra, bir kitap, senin yaşadığını bilmeyen birisi tarafından yazılmış, kaç asır öncesinden gelen bir metin. Sana söylemiştim, dünya çürüyor. Kağıtlar hep aynı. Ham maddesi değişen beyaz sayfalar.