Hiç unutmayacağım. 14 Şubat 2018.

Bu şehrin adının bir önemi yok. En büyük kaybedişim gömülü bu şehirde. Saat 22.50, ağaçların gövdelerinden süzülen yağmur damlaları montlarımızın üzerine kurşun gibi düşüyordu. Ölmüyor ve yürümeye devam ediyorduk. Yolun sonu, her şeyin sonu gibi olacak hissi veriyordu. Bu yüzden ayaklarımı kaldırımlara sürterek yürüyordum. Böylelikle yol bitmez zannediyordum. Kurşun, her zaman öldürmek için yeterli olmaz. Büyük yaralar bıraktıktan sonra kan kaybından da öldürebilir. Attığımız her adımda kan kaybediyorduk. Acıtırım diye yıllardır sıkmaya kıyamadığım ellerini sımsıkı tutuyordum. İçimde koca bir umut vardı. Belki yapışır ellerimiz ve hiç bırakamam diye düşünüyordum. Küçük bir umudum varmış gibi de konuşuyordum.

"Belki bir gün yeniden olur. Ben hep seni bekleyeceğim."

"Sana umut vermek istemem. Beni bekleme. Kendi yolunu çiz ve ilerle."

"Gittikten sonra benim hayatıma karışma. Ben bekleyeceğim. Gelmesen de."

"..."

Saat 22.58, yağmur damlaları akan ağaçların altından kurtulduk. Koca bir binanın önünde, açık bir alandayız. Kaldırımlar ıslak. Koca umudum, yağmur damlası kadar ufak bir hale geldi. Elleri, bir film sahnesini andırır gibi yavaşça ellerimden kayıp gidiyordu. Fark etmedim ellerinin gidişini, gözlerimi kırpmadan gözlerini izliyordum. Hoşça kal diyerek arkasını döndü. Hiçbir şey söyleyemiyordum. Bütün yağmuru ağzımın içerisine biriktirmişim gibi yutkundum. Yağmur suyu değildi, gözyaşlarımı yutmuştum. Son olarak gördüğü adamın çaresiz ve güçsüz bir şekilde görünmesini istememiştim. Binaya girene kadar defalarca baktı arkasına. Ben geride kalan olmuştum. Arkama döndüğüm an yağmurla birlikte gözyaşlarım da kaldırıma tükürmeye başladı. Öylece gittim.

14 Şubat 2019.

Tam olarak bir yıl olmuştu. Ellerinin elimden kayıp gidişini fark etmediğim gibi geçen bir yılın da nasıl geçtiğini fark etmemiştim. Bir yıl boyunca neler yaptığımı bile unutmuştum ve şaşkındım. Belki de hiçbir şey hatırlamak istemediğimden dolayı bunu başarabilmiştim. Başka bir şehirde ve ne yaptığını bile bilmediğim birisini yanımda gibi hissetmeye başlıyordum. Şehrimin karanlık, ücra bir köşesinde telefon elimde bekliyordum. Gökyüzünde bulutların arasına saklanmış yıldızları görmeye çalışıyordum. Gökyüzünde de bulamıyordum. Hâlâ kan kaybediyordum ve telefonum da çalmıyordu.

14 Şubat 2020.

İki yıl olmuştu bu şehre gelmeyeli. Geçtiğim o son kaldırımlardan bensiz kaç kere geçmişti bilmiyordum. Ben de geçemiyordum. Uzak bir köşede oturup o son vedayı kaldırımlarda saklamak için yağmış karları tepeleyenleri izledim. İyice gömülmüştü vedam. Bir kez daha geçse aynı kaldırımdan, kafasını yere eğerek baksa aklına gelmeyecekti belki de o veda. Ben kaybettiğim kanlar sayesinde unutamadığım için izliyordum. Gereksiz yere öfkeyle doldum. Sonra beni sakinleştirir umuduyla ve bütün öfkemle o kaldırım dışındaki şehrin bütün kaldırımlarını eziyordum. Yine de karşıma çıkmıyordu. En azından aynı havayı solumuş oldum diyerek ve şehrin bütün kaldırımlarına kanımdan birer parça bırakarak ayrıldım o şehirden.

14 Şubat 2021.

Bugün üç yıl dolacak. Eskimiş fotoğraflardan başka hiçbir şey yok elimde. Yine de üç yıl önce ellerini tuttuğum gibi tutuyorum fotoğrafı. Kan kaybından ölmedim hâlâ yaşıyorum. Aynı havayı soluyup solumadığımızdan da bir haberim yok. Belki aynı havadır diye sigaramın dumanıyla birlikte ciğerlerimin en dibine çekmeye çalışıyorum. Bulutların yıldızları kapatmasından dolayı yine gökyüzünde bulamıyorum. Sigaramın dumanıyla tamamen yok ediyorum yıldızları. Üşüyorum ve hayali canlanıyor gözlerimin önünde. Ellerimi uzatmak istiyorum ama gözümde canlananın kaybolmasından korkuyorum. Bağlanarak sırayla dikilmiş ve içerisine kafam gibi karıştırılmış harcı dökülen demirlerin oluşturduğu duvarların arasındaki yere geçiyorum. Hapishane olması için demir parmaklıkların arasından güneşin sızmasına da gerek yok. Odamdayım. Önümde onun kalbine benzeyen boş bir kâğıt var. Biraz kalbime benzetmek istedim bu kâğıdı. Başladım yazmaya "Hiç unutmayacağım. 14 Şubat 2018."