İş yoğunluğum sebebiyle okuma sürecimin uzadığı ve bazı sebepler sonucu da yazım aşamamın uzun sürdüğü bir romandı Saye. Konusunu okuduğum belli bir suretle bir tahminle başladım okumaya ki romanın ilk cümlesi: İçimde ‘nasıl anlatılır’ını bilmediğim bir boşluk idi. Bu cümleyi okuduktan sonraki merakım ve “bu romanı okumalıyım” düşüncesi, Bay Muannit Sahtegi’nin günlüğüne yazdığı ilk cümleyi okuduktan sonraki merakım ve hissim gibiydi. Yine öldürgen bir intihar sabahı. Bu hissim elbette ki tesadüf değildi. Nitekim sonraki bölümlerdeki bir diğer cümle: eğretilik timsali varoluşun. Tıpkı Bay Muannit Sahtegi’nin kendini hissettiği gibi. Bu kendini bulamayış, bu huzursuzluk, tedirginlik, kimliksizlik, aidiyetsizlik, belki bu uyumsuzluk Bener’de Sahtegi olarak karşımıza çıkarken Şenel’de Saye olarak karşımıza çıkıyor. Bener ve Şenel uyumu, Sahtegi ile Saye uyumu. İlk sayfalarda bunu sıkça göreceğimi düşünerek başladım romanı okumaya.

Öncelikle Saye adı, yazın yapıtlarında karşılaşmadığım bir addı. Anlamı Farsça olup gölge anlamına gelmektedir. Ve Saye’nin adı, tam da kendisidir. Saye bir gölgedir, adı gibi. Saye belirsizdir, koyu gridir, güneşi yoktur, aydınlık değildir. Yalnızca bir yanılsamadır. Saye, bir tasarıdır. Benlik sorunu yaşayan, varlığını arayan, bulamayan, bulduğunu anladığında, daha doğrusu “ancak bu şekilde ruhumu var edebilirim” dediğinde ya da hayır. Ruhunu sahiden de var etmek istiyor mudur Saye? Bence hayır. Saye hiçbir zaman “kendimi var etmeliyim” demez. Yalnızca bu tedirginliğinin kendisini çürütmeye başladığını anladığı için bundan kurtulmak ister. Bu çürüme durumuna varoluş sancısı diyenler de vardır. Belki. Bu noktada onun sadece adından bile aslında kimliğini okuyabiliyoruz. Kimliksizliğini. Kimliksizlik de bir kimliktir. Bunu yaşayan kişice bir kimlik değildir fakat. Bir virüstür bu. Bir kıymık. Saye’nin vücudu kıymık doludur.

Saye, küçük yaşta ailesini kaybetmiştir. Ailesi bir silahlı saldırıda öldürülmüştür. Saye o zaman henüz 6 yaşındadır. Romanın aslı, anlatıcının bu bilgiyi vermesi ile başlıyor. Sonrasında ise Saye’nin kendi yaşamına dönüyoruz. Üniversite okuyan bir gençtir Saye ve isimleri garip olan birtakım arkadaşları vardır. Onlara arkadaş demek Saye için zordur. Çünkü Saye, kendi dahil kimseyle arkadaş değildir.

Çolak, Kuru ve Sivri. Bu takma adlarla anılan üç arkadaş ve Saye; sebebini algılamadıkları, sorgulamadıkları bir biçimde çeşitli suçlar işlerler. Hırsızlık, soygun gibi. İşledikleri bu suçlar ile alakalı roman, bize Saye’nin arkadaşlarının ne hissettiğini söylemiyor. Biz Saye’ye yoğunlaşıyoruz. Bundan ziyade bu üç arkadaşın adları üzerinde kafa yordum. Kafa yorduğumu düşündüm belki de. Yazar neden bu takma adları vermiştir bu arkadaşlara? Onların karakterleri ile ilgili bir ilişkisi olduğunu düşündüm. Çolak sanki çelimsiz, öylesine bir adam, Kuru; donuk, soğuk bir adam, Sivri ise genelde öfkeli olan, bir söz söylediğinde yüze vuran, yani sivri dilli diye tanımlayacağım bir karakterdi. Öyle olmadıklarını gördüm onları okudukça. Neyse. Saye, bu üç arkadaşa göre aslında en sessiz, en uzak olan taraftaydı. Saye uzaktı. Uzaktaydı. Sessizdi. Kendini, anı, ne yaptığını, nedenini ve nasılını düşünüyordu. Zaman zaman kendine “Ben ne yapıyorum burada?” diye soran kişiydi. Belki ilk zamanlar bir sorgu içerisinde olabilirdi fakat onun zihni çoğunlukla anlamsızlık doluydu. Saye bu anlamsızlığı kabul etmişti kendi içinde. Onun sessiz ve uzak oluşunun sebebi buydu.

Camus’nün sessizliğine benzetebiliriz bunu. Camus’den ziyade, yaşam bu denli anlamsızsa ve yaşam idealarsa kimse sizden herhangi bir durumda bir tepki bekleyemez. Zihniniz, sizsiniz yalnızca. Hangi ve ne zaman sizsiniz, bilinmez. Kapıldığı bu garip rüzgara karşı gelmenin anlamsızlığını kabullenip oradan oraya savruluşunun çaresizliği ile eskitiyordu günlerini. (s.31)

Arkadaşları arasında geçen diyaloglarda da Saye oldukça tepkisizdi. Arkadaşları onun bu tepkisizliğine ve sessizliğine alışkınlardı. Farklıydı Saye onlar için. Bakınız, Saye olan biteni küfür edecek kadar bile ciddiye almıyordu.

İlerleyen sayfalardaki diyaloglarda Saye’nin insandan, toplumdan, seçimlerden bahsettiğine şahit oluyoruz. Burada Sartre’dan söz etme niyetindeyim. Aslında Saye’nin sancısının bir sebebini de öğrenmiş bulunacağız. İnsan da öyle diyorum. Maruz kaldığı ateşi, fırtınayı doğru yönlendirmezse bir tarafı çiğ, eksik kalıyor. (s. 33) Bu ne demektir? İnsan, yaşamını yönlendirmelidir; insan, kendi yaşamından kendi sorumludur. Karşılaştığımız her durumda kaderimiz bizim elimizdedir. Bunu başaramazsak çiğ ve eksik kalışımız ise bir bakımdan bunu yapmak zorunda oluşumuz düşüncesindendir. İnsan, kendini kendi tamamlar. Tamamlamak hususu insanın seçimleriyle ilgilidir. İnsan seçimleriyle var olur. Eğer seçim yapmazsa bir yerler boşlukta olacak ve işte eksiklik…

Sartre insanın özgür bir varlık olduğuna inanır. İnsanın zincirlenmiş olmadığını dile getirir. Çünkü insan seçim yaparak özgürleşmiş olur. Bu anlamda insan kendisine sorumlu bir varlıktır. Fakat bununla birlikte insanın kendi özgürlüğünden söz ederken diğer insanlardan da söz eder. Çünkü insan kendini seçerken diğer insanları da seçer. (Sartre, Varoluşçuluk, s.41) Bunu Saye de söylüyor: İnsanı koşullar oluşturuyor. Peki ama ne demektir bu?

Birey ve toplum bir bütündür demek oluyor. Şu şekilde: Birey elbette bireydir, insan bir birey olarak yaşamını sürdürmelidir. Fakat modernite düzeninde birey topluma bağlıdır. Toplum da bireye. İkinin birliği. Bu diyalektik aslında birçok modernist romanda karşımıza çıkar. Modernizm dediğimiz, aslında insanın toplum karşısında birey olma savaşı, bu savaşı kazanma umudunun olmayışı, bu anlamda çektiği o sancı ve bunun sonucunda bu savaşı kazanamayışı… İnsanın topluma karşı bu sorumluluğu onu bu dünyada acı içinde bırakıyor. Sartre’ın cehennem başkalarıdır deyişi bu yüzden. Diğer insanların varlığı bireyi yok ediyor. Bütün bunlarla birlikte aslında insan; birey olmayı seçerek, yani toplumu yok sayarak, yok saymasa dahi onun üzerinde durmayarak kendini var edebilir. Gregor Samsa olarak. Muannit Sahtegi olarak. Ve Saye olarak. Saye bu sorumluluğun ve sıkışmışlığın farkındaydı. Sessizliği bu yüzden. Seçimi bu değil. Bu onun sürüklenişi. Çünkü bir kimliği yok. Çektiği acının sebebi bu. Bakınız: Hepimiz boynumuzda bir kullanma kılavuzuyla doğmalıydık. Markamız, modelimiz, nereye ait olduğumuz, niye var olduğumuz oraya bakıldığında anlaşılmalıydı. Kimseye kendimizi zoraki anlatmak zorunda kalmamalıydık. (s. 34) Saye için üzülüyorum.

Daha ilk sayfalarda Saye; kendini arama, bu anlamsızlığı kabul etme sürecinde. Arkadaşlarıyla ettiği sohbetlerde ve burada neden bulunduğunu düşündüğünde çaresizlik cevabını veriyordu kendine, seçeneksizlik. Diğerlerinin içinde dördüncü olamıyordu. Fakat kayıplarla geçen eski hayatına dönmek yerine kendini anlamsız bir rüzgara bırakmıştı. Henüz seçeneği yoktu. Acı, bir müddet daha devam edecekti. Roman kendi hızında koşuşturma ile ilerlerken Saye zaman zaman ufak cümlelerle kendini okuyucuya gösteriyor. Yani roman bütünüyle ve yoğunlukla bu varlık sancısını gündemde tutmuyor. Bizim okuyup çıkarımda bulunduğumuz hususlar bunlar. Roman hareketli ve olaylarla ilerliyor çünkü. İlk bölümlerde Saye’nin ruh haline çok odaklandım. Roman da bu bölümlerde Saye’ye odaklanmıştı bir bakıma. Yalnızca onu unutmayalım diye araya sıkıştırılan cümleleri fark ettim. Basit bir soygun ya da bir kavga sırasında, bir durakta, arabada sarf edilen cümleler bize Saye burada diyordu. Bir kafede içki içerken bir kadının ona bakışı, onun kadına bakışı, kadının ona onu soruşu ve Saye’nin cevabı: Kendimi bekliyorum.

Saye bazen kendini düşündüğünde özellikle bir düşünüşünde anda kalmaktan söz etmişti. Anla başa çıkmanın tek yolu mücadele etmemek, kaçmaktı. Yaşamın sunduğu imkanlar ölçüsünde kaçmak. Sonrasını, bedelini, niyesini, nasılını düşünmeden kaçmak. (s. 74) Şenel’in anda kalmak hususuna kafa yorduğunu düşünüyorum. Kalabalığın onu tüketişi, bundan kaçınışı, bunu başarmak için kuvvetle çaba harcadığını. Anda kalınca özünü bulacak ve zihninden kurtulacaktı belki de. Saye’de de var bu.

Roman ilerledikçe seneler geçiyor. Saye’nin ve arkadaşlarının en son karıştıkları olaydan sonra yıllar sonrasına, Saye’nin yeni hayatına bakıyoruz. Saye öğretmen olmuş, öğrencileriyle arası gayet iyi. Burada Saye, İnci adında bir kadınla tanışıyor ve romanın bundan sonraki kısmı bu şekilde geçiyor. Bir müddet İnci ve Saye aşkını okuyoruz. Bu aşk da romanda beni etkileyen başka bir olaydı. Aşk bir olaydır. Bir nebze.

Yazar, onların aşkını o kadar temiz ve gerçek anlatmış ki okuyucu olarak siz bile mutlu oluyorsunuz. Aşkın, tutkunun, sevginin nasıl da yuvaya dönüştüğünü, insanı nasıl bir birlik haline getirdiğini okuyorsunuz. Aşkın kendine seyrelmek, başkasına çoğalmak olduğunu söylüyor Saye. Ne güzel söylüyor. Ama yine de düşündüm. Kendimizden seyrelmemiz kötü değil mi? İnsan kendine de çoğalmalı ona da. Onda çoğalırken kendi seyrekliğini tamamlıyor belki de… Özellikle beğendiğim bir bölüm var ki onu alıntılamayacağım.

Gelgelelim bir süre sonra Saye yeniden sessizleşmeye başlıyor. Uzaklaşıyor her şeyden ve herkesten. Eski Saye oluyor birdenbire. İnci’nin dikkatini çekiyor bu durum. Okuyucunun da elbette ve zannediyoruz ki Saye, İnci’yi terk edecek. O böyle bir adam. Ama hayır. İnci, Saye’nin günlüğünü bulup okuyor onun ne hissettiğini anlamak için. Günlükte yazan bazı şeyleri biliyoruz. Sivri, Çolak, Kuru. Ve başta da bahsettiğim onların isimlerinin sırrı. Saye; arkadaşları ile tanıştığı zamanlardan, Kuru’dan bahsediyor. Gerçek adı Hakan’mış. Adı gibi kuru, zayıf, çelimsiz bir adam. İnsanlar bu sebepten Kuru dermiş ona. Ve sonra hırsızlık, kavga, soygun. Sonra ise bir cinayet düşüncesi.

Saye’nin 6 yaşında iken ailesinin ölümüne sebep olan Ekrem’i öldürmek istemektedir Saye. Bunca zaman içten içe tükenişi, kimlik arayışı ona göre böyle bitecek. Saye, içindeki büyük boşluğu ancak bu şekilde doldurabileceğini ve kendisinin ancak böyle tamamlanacağını düşünür. Ondaki bu öldürme isteği o kadar büyüktür ki İnci, ne yaparsa yapsın onu vazgeçiremez bu isteğinden. Sonuç olarak İnci, ona destek olacaktır.

Roman bu bölümden sonra inanılmaz bir biçimde ilerliyor. Saye ile ilgili en şaşırdığım nokta buydu. Varlık sancısı, kimlik arayışı ile başlayan (Hep var zaten.) roman apansızca cinayet romanına dönüşüyor. Bu noktadan sonra romanı salt keyif için okudum. Hayatımda gördüğüm en zekice kurgulanan cinayet planlarından biriydi. Birincisi Kenan Birkan’ın cinayeti, ikincisi ise bu. Bu planı elbette anlatmayacağım burada. Ancak okumalısınız. Şaşkınlıkla okudum çünkü.

Saye bu plan için eski arkadaşlarına ihtiyaç duyuyor ve onlarla yıllar sonra yeniden görüştüğü kısım benim için oldukça duygusaldı. Eğer işin içinde Kuru, Çolak ve Sivri varsa bu plan gerçekleşir. Nitekim gerçekleşiyor da. Saye’nin rahatladığını, içindeki boşlukları doldurabildiğini hissediyorum ama şüphem devam ediyor. İnsan içindeki boşluğu mütemadiyen doldurabilir mi? İnsan doyumsuz bir varlıktır, yaşam doyumuzdur. O ağrı bir gün ansızın geri teper. Dilerim hissetmez. Ama bu huzursuzluk ömür boyu devam edecek. Bence insanı ancak aşk kurtarır bundan. Aşkın gücü, o boşluk dolmasa dahi o eksikliği hissettirmez bize.

Toparlayacak olursak…

Saye hepinizin okuyacağı, anlayacağı bir roman. Birtakım varoluşsal meseleleri bütünüyle duyumsamak adına biraz dolu olduğunuzda tatmin edici bir anlaşım sağlıyor roman sizlere. Bununla birlikte romanın tamamı bir bunalım içermiyor. Yazar, Saye’nin o uzaklığını ve kimsesiz oluşunu bizi doyuma ulaştıracak biçimde anlatmış. Kasvet yok. Her şey olduğu kadar. Felsefe, psikoloji, aşk, cinayet, suç, sanat, müzik. Bu romanda hepsi var. Başlangıç için kesinlikle okunabilir bir nitelikte. Üslup ağır değil, sıkıcı değil. Geriye dönüşler ufak ufak mevcut. Yazarı tanıyanlar için ayrı olacaktır elbette romanı anlamak açısından. Ama benim için en mühimi şuydu: He şeyin olduğu kadar oluşu. Ne vasat ne de mükemmel. Okunabilir bir düzeyde yazılmış roman değerlidir. Mükemmel olsaydı ya da mükemmele yakın dahi olsaydı hayal kırıklığı yaşamaktan korkabilirdik. Vasat olsaydı zaten üzerine konuşmazdık “bu anlamda.” Şu an bu roman, ileride daha iyisinin yazılabileceğinin sinyalini veriyor bize. Hem orta derecede olup hem neden buna ümitleniyoruz sorusunun cevabını verecek olursak yazarın dilinden o edebi tavrı alıyoruz. Yazar sözcükleri seviyor, sadece hepsini yığmıyor bize. Edebiyat kusmuyoruz okurken. Bu yazarda iş var diyoruz, kim bilir daha neler yazacak? Bu gizem, merak duygusu uyandırıyor bizde. Bence yazarın istediği de bu. Öyle olmasa dahi mühim olan romanın başarısı. Edebi sözcüklere boğsaydı bizi tamam artık diyebilirdik ya da her kesime hitap etmezdi roman. Kendi kitlesine ulaşır ve ıssız kalırdı. Bu yüzden Saye beni oldukça tatmin etti. Beni tatmin ettiyse birçok kişiyi tatmin eder diye düşünüyorum.

Son olarak romanda geçen bazı şarkılar var. Evde ya da herhangi bir yerde çalan, karakterlerin dikkatini çeken şarkılar. Bunları tek tek not ettim ve fark ettim ki sona yaklaştıkça şarkıların da derinliği sona yaklaşıyor. Farklı duygu ve tarz geçişleri var. Linklerini bırakıyorum. Keyifli okumalar ve dinlemeler dilerim.


Ahmet Kaya-Tutuşur Dizelerim: https://open.spotify.com/track/7hIZAlMerW4HN37QqHT7xL?si=Vs9-Zjn5Q12u10p1u17dKw


Ahmet Kaya-Beni Tarihle Yargıla: https://open.spotify.com/track/00xUeR3Z8bpu9qMSXRMxN1?si=_299wcMZRJm2Lni4gHlcRw


Gazapizim-Ölüler Dirilerden Çalacak: https://open.spotify.com/track/7bUiZJLSulX4L0vAdljVQK?si=_GMMjx30TleqqfFCEDCDtw


Cem Karaca-Üryan Geldim: https://open.spotify.com/track/3fS4gOKlrcyUq9PzzFCfHP?si=vsZpDQHPRvCWMPC9Dk0XNw


Evgeny Grinko-Jane Maryam: https://open.spotify.com/track/46xC5pDq9vxl4JcHkb1QkX?si=Y8fd_IiAR2CCocIfZyEGkw


Marjan Farsad-Khooneye Ma: https://open.spotify.com/track/6uJREg38Kh42NdHswq67VH?si=T6RyS3ESTh6iGp4X9gF0Kg


Midlake-Roscoe: https://open.spotify.com/track/01qJhVPCHFFR6wJ5ptyw17?si=NSXXxtQBTKmOUGzUV4EjHw


Mzlum Çimen-Başımın Belası: https://open.spotify.com/track/1DQbpPlptc1wH88M2PiKIU?si=aRKukpgkSAqbz8aTTyD5Kw


Low-Lullaby: https://open.spotify.com/track/1De66xUavye2fNqhCwtgyo?si=NoTuhrq2REC6PIm3wMHI_g


Korkuyu Seyrederken Çaldığım Şarkılar Listesi

Lalalar-Mecnun'dan Beter Haldeyim: https://open.spotify.com/track/2TTPpDhgaG5YbD3vUxN3TR?si=xZt-CCvoSfmoR_lx83RZtQ


Madrugada-Sirens: https://open.spotify.com/track/0875vyroNde84dpwG2r43e?si=wF0UpMBLQDKWLNGCaLcCVw