Şiirdi ya her yanı bu semtin.

Sigara ve kömür kokulu bir şiir.

Şairi ben değildim o belli.

Benim şiirlerim biraz fesleğen biraz nergislidir.

Biraz kan ve biraz kemik. 

Şimdi yüksek katlı bir binanın kafesi andıran penceresinden bakıyorum da bu şehre...

Hepimizi nasıl hapsetmişler, hepimiz nasıl tuzak ve nasıl uzağız birbirimize

Oysa ben sana sarılmak isterdim kardeşim.

Oysa ben seninle elimdeki simidi utana sıkıla paylaşmak isterdim.

Siz bilmezsiniz, belki de bilirsiniz...

Biz eskiden böyleydik kardeşim.

Sarı ışıklı, balkonu çiçekli evlere dalıp

Üç beş çocuk toplanıp hayat bulma oyunu oynardık,

Ceplerimizde, çay bardağından doldurma bir avuç çekirdekle

Söylesene?

Biz birbirimize nasıl böyle kırıldık?

Nasıl sakınır olduk bir parça ekmeği?

Biz babalarımıza ne ara böyle küstük,

Ne ara nefret ettik ansızın çalınan telefonlardan?

Hatırlıyorum da, 

Dedemin göz bebeği kırmızı ev telefonunun başında saatlerce beklerdik çalsın diye.

Gülümsedim...

Rastgele numaralar çevirip hal hatır sorardık.

Onlarda kırk yıllık ahbap gibi cevap verirdi inan ki

Gülümsedim...

Ne çok olmuştu geçmişe dalıp gülümsemeyeli...

Ben hala beni unutmamak için anneannemin gömleklerini giyiyorum.

Hala annemin komik fotoğraflı kolyelerini takıyorum, hüzünden iki büklüm olmuş boynuma.

Ben hala sigara ve kömürden bozma şiir kokulu bu şehirde çocukluğumu arıyorum.

Bıkmadan, usanmadan.

Balkondan çocuklara erikler uzatan teyzeleri,

Yanımızdan geçerken saçımızı karıştıran dedeleri,

Her mahallede sırayla su doldurulan çeşmeleri,

Ben hala seni arıyorum kardeşim.

Ben hala sana sarılmak istiyorum.