“Ruh Kuruluğu.”

“Efendim?”

“Sizde olan şeyin adı Ruh Kuruluğu. Tabii bu da tıpta pek bir karşılığı olmadığı için başvurduğumuz geçici bir tanım.”

“Bir falcıya gitmişim gibi konuşuyorsunuz.”

“Bozuk saat de günde iki defa doğruyu gösterir, değil mi?”


Ruh Kuruluğu. ne düşünesim var? düşünesim var tabii. belki kızar birileri biraz bana ama- dur. kızacak kimsem kalmadı. yitip gidesim var. allah kahretsin böyle işi, benim hiç kötü alışkanlığım da olmadı, nasıl geldi benim başıma böylesi? ne olacağım? nasıl olacak? kuruyup da dökülecek miyim? bir yılan gibi derimi değiştirip kazanılacak mıyım hayata? hangi hayata, ha? hangi hayata sevgili?


ben buraya ağladım da geldim. bir rüya gördüm dün gece. simsiyah bir perde sanırsın, ben havadayım, perde de meğer evren ananın kucağıymış, birkaç yıldız var, bakıyorum onlara. biri konuşuyor, diyor ki; Suwi Yıldızı Sirius takımyıldızının dördüncü… derken uyandım işte. ağlıyordum tabii. baktım her yerden, yok öyle bir yıldız. sırf hatırlatmak için bana boynunda yan yana duran iki beni, hani vardı ya şu Sirius A bu yanındaki küçük buz topu da Sirius B diye sevdiğim benleri…


bilincim kayık. ben bu denizin içinde taşa dönüştüm. Ut-Napiştim, acı bana, dedim rüyamda. ölümsüzlük istemiyorum senden, biraz olsun uyutsan beni şurada ve düzeltsen azıcık da aklımı. ben tanrı değilim, dedi bana. istersen biraz ekmek, bir bardak şarap ve sedir var uzanacağın. uyanıverdim ben de.

Ruh Kuruluğu. üflesen yanarım belki. neyi özlediğimi de hatırlarım belki. boğazım yere düşecekmiş gibi ağlıyorum, sadece evimde. tanrı bunu vermiş en azından bana. ağlamayı. sebebini hatırlayacak aklımı alırken hangi lütuftan olsa gerek, bırakmış buradalığı.

buradayım. neye inanacağım ben şimdi?


biyolojide bir sürü şey öğrendik. ben bir tek bölünmeyi hatırlıyorum ama o böyle bir şey değildi. yan yana çoğalmak gibi bir şeydi. biz ayrıldık. çok şeylerden ayrıldık. hepimiz şimdi büyük ayrılıkların, büyük ihanetlerin ve büyük tufanın çocuklarıyız. rüyalarımda bu yüzden kafamın içine okyanus çarpıyor, ben o ara hatırlıyorum bazı şeyleri.


Ruh Kuruluğu. adi herif. madem yok tanısı, çaresi, bari söyleme bir şey, değil mi? şimdi suyumu arıyorum. biçimsiz ve seçilimsiz. bir tane hücre duvarım bile yok. tanrı beni üstün yaratmış ama bir bitki kadar olamıyorum. al, bir yarattığını bir yarattığından üstün tuttum. denileni dersem dua, tersini söylersem günah. neye inanacağım ben şimdi? bölüne bölüne ayakta duran bir şey vardı. ben mitozlarıma inanıyorum. başka bir şeyim kalmadı.


“Ne olmuştu size tam olarak?”

“Ne gibi?”

“Neden gelmiştiniz buraya?”

“Bir şeyler kırık aklımda. Ben toparlayamıyorum.”

“Nasıl yani?”

“Her yeri su basmış gibi. En azından bir kapı bulamaz mıyız?”

“Siz içerde misiniz yoksa dışarda mı?”

“Bundan size ne? Siz beni bir kapıya inandıracak mısınız, inandırmayacak mısınız?”

“Siz ne için gelmiştiniz tam olarak?”

“Efendim, siz bir şeyler öğretmiştiniz galiba. Ben de altında kaldım. Mesele bundan ibaret.”


adilik bir mezhep. dinleri ne bunların bilmiyorum ama tanrıları kendileri. bir isyankar ve bir kafir ben olamam demiştim de kızmıştın bana. çok fazla kafir deyip duruyorsun, neye inanmıyorsun diye sormuştun. demiştim; kendime. ben özene bezene yarattığı, özünden koparıp donattığı değil miyim? kendime inançsızlığım kafirlik değilse tanrı bize yalan söyledi.


nasıl bir korkuydum ben ki? hadi anlat bana. bir cumartesi günü sabah yatağa atlamak için örtüyü kaldırdığında kocaman bir kurbağa görmek gibi mi? yoksa banyoya gittiğinde gördüğün o ilk yabancı kan gibi mi? hasta gibi, ölecek gibi, çoktan ölmüş gibi bir korku muydum ben? düşündüğüm her şeyden kurtulmak için şimdi içinde defalarca bir sürü şey düşündüğüm odalarda değil de bir köşesini kırarak sürüklediğim tekli koltukta, dış kapının tam karşısında oturuyorum. sigorta kutusunu örümcek ağı sarmış, bir sinek bana bakarken ellerini kaşıyor. nasıl bir korkuydum ben? bir kapının şimdi kapı olmaktan vazgeçip üzerime yürüyeceğini düşünmek gibi mi?


bir şey oldu. dur, n’olur gitme. yalvarırım gitme. yemin ediyorum en çaresiz benim. yemin ediyorum gidersen kusacağım bu kapının bütün kilitlerini. çıkacağım dışarı, avaz avaz bağıracağım.


“Derdiniz neydi sizin?”


allah kahretsin! ulan allah hepinizi kahretsin! şu adiliğin tanrısını, putunu, çaputunu verin bana. dua edip, mum yakıp yakaracağım, allah onu da kahretsin!


Ruh Kuruluğu. kırık bir hafıza. kırık bir kafayı yeğlerdim. bir olayı yok. anlıyor musun? içimden öykü öğütüyorum. belki biraz anlamlı bir şey belirir ve ben de anlarım diye. olaylı bütün hikayeler geçen yüzyılda kaldı. bir kadın, bir adam, bir savaş, bir günah ve bir tanrı. eh… peh… ne sandın? he? ne sandın!


biliyor musun, geçen gün okudum aslında çok eski bir şiiri ve sonra anladım ki hatırladım. koskoca aşk, bereket tanrıçası varmak istiyor da bir evin uşağına, uşak istemeyince dokundurup bir sopayı kurbağaya çeviriyor zavallıyı. sihirli bir değnekle dokunmak ve kurbağa ne hikmetse aynı kelimenin yansıması. iki bin beş yüz sene sonra yazıyor Grimm Kardeşler sihirli bir öpücükle kurbağadan tekrar insana dönüşen adamı. şimdi bir iki bin ben yüz sene bekle dersen aklımı kaçıracağım. kırık mırık, ite kaka kaçırıp alacağım artık bu diyardan. ruhum ezildi çünkü, dedikleri gibi kuruysa çoktan toz olup uçtu. muhatabım olmadığı için bir hikayem bile yok. ben şimdi neye inanacağım?


gencim. hala biraz gencim. katabolizmaya saf tutmak henüz bir şirk, o yüzden ben mitozlarıma inanacağım. dış kapının tam karşısında. hangi tanrının hangi sevgisine karşılık vermedim bilmiyorum ama yine de başka bir şey olabilme imkanımı bekliyorum, kuru ruhumla.

Suwi Yıldızı, Sirius akrabası, kuruyan aslında bir ağaç, ruhum dalından sarkan yaprak. ben bu denizde taşa dönüştüm. Lancelot, kırdığın aynamın yenisini bırak.


şimdi bana kim dokunacak?