Ben sana mecburum... Kendi varlığını başka birinin varlığına bağlamak kabul edilmesi zor bir durum bence, şiirde bu zorluğun defalarca tekrar edilmesine hayranım. Zamanında bu kabulleniş canımı yakmış olsa da ne demek istediğini daha olgun bir yerden anlamaya başlayınca umudum yeniden yeşerdi. Sevginin doğası gereği var olduğu her yerde ve herkes için tutku ve heyecanla birlikte bitişleri, yalnızlığı, zorlukları, vazgeçişleri, tutsaklığı ve yıkımları da beraberine getirdiğinden birini sevebilmek için önce kendini bilmek gerekiyormuş. İnsan ancak kendini bildiğinde kendinden ve her şeyden vazgeçebiliyormuş. Birine mecbur olma fikri bana buz gibi ürkütücü gelse de zamanında yaptığım ve yeniden birini sevdiğimde yine yapacağım bir seçim. İki kişi birbirlerine olan mecburiyetine, tutsaklığına ne anlam yüklüyorsa, içinde nasıl hissediyorsa onu yaşadığını ve yaşattığını artık anlıyorum.
Rezilce korkmak, tutsak olmak, ustura ağzında yaşamak, yorulmak... Bunlar sevgiyi oluşturan duygu bileşenleri ve her biri ayrı ayrı var olup sevgiyi oluşturabilmek için çok büyük cesarete ihtiyaç duyuyor. Kim göz göre göre tutsak olmak, korkmak, yorulmak ister ki? Sevgilinin yokluğuna rağmen varlığına mecbur yaşayıp içini onunla ısıtmak, ondan başka kimsede yalnızlığını dindirememek... Sevgili için ayıpsız, temiz ellerle yaşanan bir hayattan dahi vazgeçmek... Bu şiirin her bir dizesi beni alıp bambaşka diyarlara götürüyor. Her okuduğumda içim hem korkuyla soğuyor hem de anlatılanların samimiyeti ve hayaliyle ısınıyor. Sevgi zıtlıkların bütünleşmesi olduğundan sevgiyi anlamak ve sevebilmek hayatı anlamak ve yaşayabilmektir diye düşünüyorum.
Sanırım gerçek sevginin ve dolayısıyla cesaretin her çeşit tezahürüne hayranım. Bir gün yaşayabilmeyi de dilerim hepimiz için.
"Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun
Sevmek kimi zaman rezilce korkudur
İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun
Belki Haziran'da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus diyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin."