Issız, kuytu ve bir o kadar da,
Sessiz bir yerdeyim.
Tek kişilik küçük kulübemin önünde,
Eski bir mahatta uzun oturuyorum.
Yanımda gaz lambası yanıyor.
Az ötemde ateşteki demliğim,
Elimde ince belli bardakta,
İçimi ısıtan demli çayım.
Hafifçe yüzümü okşayan ılık rüzgar,
Uzaklara bakan ağlamaya hazır,
Uzun kirpikli az sürmeli gözlerim.
Gökyüzünde üstüme düşen yıldızlar,
Bir de beni gaz lambasına muhtaç eden,
Güneşten gizlenmeye çalışan hilal.
Duygularım, hislerim ve dertlerim,
Dile gelmez derin düşüncelerimle,
Benden başka bir ben var yalnızca.
Attığım taşları sayarken,
Ürküttüğüm kuşlar gelir aklıma.
Süzülür bir damla yaş gözümden,
Yüzümü yalayarak aşağı doğru iner,
Bıraktığı acı hissi ikincisine yol olur,
Yüreğime doğru akar hiç durmadan.
Gözyaşı şişesidir benim yüreğim,
İçine akan dertlerimi biriktirdiğim.
Bu dertler öfke değil kin ise hiç değil.
Haykırırım engin sessizliğin içine,
Dökerim şişemdeki tüm yaşları,
Sesimi hiç çıkarmadan,
Yankısı yok, göreni yok, hissedeni çok.
Durulurum sonra yıldızlara bakıp,
Son yudumu alıp tazelerim çayı,
Ağarmaya başlar gün bir taraftan,
Yıldızlar saklar kendini, hilal saklar,
Sessizlik bozulur kuşlar gelir,
Güneş kendini gösterir usulca bir hüzmeyle.
Gece biter yeni bir gün başlar,
İçimdeki gece yine gündüze dönmeden.
Sır kalır geceleyle aramda yaşananlar,
Hissettiğim tek şey vardır sonunda,
Kuruyan yaşların bıraktığı silinmez izler.
Issız, kuytu ve bir o kadar da sessizim,
Benden başka bir ben var yalnızca içimde.