Beni mazur gör bu gece, şu ayın ondördünde.


Ay ışığına büyüteç tutarak yaktım elimdeki mektubu. Hep bahsetmek istediğim şeyler vardı ama büyük metropollerin gürültüsünde uyuşturmuştum kendimi.


Beni mazur gör bu gece, şu ayın ondördünde.


Son neşemi birkaç şarapçıya sattım. Kötü günlerden artırdığım biraz sabrımı verip peçete aldım karşılığında, burnu koluna sürmekten kızaran çocuktan.

Aslında duygusallaşmak için münasip zamanlarım olmuştu ancak cebimde kalan birkaç bozukluğun sesi bozuyordu tüm zamanların ağırlığını. Sıyırıp alıyordu zihnimdeki bastırılmamış isyanları. Bir sırrı bilmenin ağırlığı omuzlarımdayken bir eskiciden çalıntı paltomun yırtıklarını yamamakla meşguldüm.


Beni mazur gör bu gece, şu ayın ondördünde.


Özlemlerimin mayasına, zehir dolu bir çanaktan sızmıştı öfkelerim. Ne yapsam ayırt edemiyordum. Neyi özlüyor, neye öfkeleniyor bilemiyordum. Kaybolmuş çocukların çaresizliğine babalık ediyordu ruhum.


Hava güzeldi, caddelerde hergele meydanlarından süzülmüş bir koku vardı. Boynumu içime gömmüş dolaşıyordum. Dışarıdan aptal bir baykuşu andırıyordum sanırım. Tam bir şeyler karalayacaktım ama gerçekliğin soğuk rüzgarı ellerimi kesiyordu. Göğsümde kaynayan kazanların buharı, beynimi terletiyordu evet. Yine de utanıyordum dışarı bakınca derdim var demeye. Bir garip mahcubiyet sarıyordu, insanların vicdan dediği şey bu olsa gerek deyip geçiştiriyordum. Yoksa iyi kalem sallıyordum. Zannımca yani. İnsanların kalbini deşebilecek güçte şeyler geliyordu geceleri aklıma. Ama söylemeye dilim varmıyordu. Bir ölüm haberi vermek kadar ağırlaştı içimdekileri anlatmak. Ben de günlük telaşelere ayak uydurup kendimi sallıyordum bir beşikte.


Ancak bu gece farklı. Kesilen dermanım bir yudum su isterken vicdanım vicdan yapıp açıverdi prangalarımı bu gece.


İşte bu yüzden,


Beni mazur gör bu gece…