İki polis memurunu büfede çay içerken gördüm. Birinin silahının kabzası gözüme çarptı. Yanlarına yaklaştım. Silahını gördüğüm memura dönüp; “Abi, kolay gelsin. Beni öldürür müsün?” dedim.


— Hı hı. Neden?


Komiserim, uzun zamandır intihar edesim vardı. Jiletle bileklerimi kesmek olsun, yüksek bir yerden atlamak olsun, tavandan sallanarak ya da ayak bileklerime ağırlık bağlayıp suya atlayarak boğulmak olsun; bunlar yavaş ölüm biçimleri olduğundan, beceremiyordum. Her ne kadar ölü olmayı istesem de ölüm anından korkuyorum açıkçası. Eh, silahtır, kırmızı reçeteli haplardır; bunlara da erişimim yok... Ölmeyi bile beceremiyorum anlayacağınız.


— Peki. Olayı anlatmaya devam et.


Tabii. Ben öyle sorunca memur bey, “Yürü git kardeşim, manyak mısın?” dedi. Diğer memura döndüm, “Sen öldürür müsün abi?” dedim; o da “Lan, bas git!” dedi. “Peki,” dedim, “size vurup kaçsam ve tüm uyarılarınıza rağmen durmasam vurur muydunuz beni? Ölümcül bir yerden ama. Kalp, kafa...” Ben o kadar üsteleyince sinirlendiler. Biri, “Kaybol, yoksa burada vururum seni.” dedi.


— Hangisi?


Genç olan.


— Sonra?


Ben de “Ben de onu istiyorum zaten.” dedim. Diğeri, yaşlı olan, “Gel bakayım sen.” dedi, karakola getirdiler. Sonrası şu an zaten.


— Bu kadar mı?


Nasıl bu kadar mı, komiserim?


— Atladığın bir şey yok değil mi?


Yok.


— Tamam. Çıktısını alalım, imzalayıp gidebilirsin.


Tabii... Komiserim, siz öldürür müsünüz beni?


— Hayır... Şurayı imzala. Bir de bekle bakayım. Hüseyin! Hüseyin! Heh, gel evladım. Bu arkadaşı psikiyatriye sevkedin.


Aa! Hiç gerek yok komiserim. Bahsettim ya, ben zaten öldüremiyorum kendimi.


— Olsun. Sen yine de bir git.


Ama ben seviyorum intihara meyilli olmayı.


— Manyak mısın oğlum sen?


Muhtemelen. Bence böylesi iyi...


— Hadi evladım, hadi. Bak, ben sevk işlemlerini yapıyorum şimdi. Gidiyorsun.


Öyle olsun... Komiserim? Bu, psikiyatristlerin yazdığı ilaçlar; fazla dozu öldürür mü?