Hayatımda şu sıra büyük ve sessiz yıkımlar oluyor, hissediyorum ki kimisi sadece hissetmekten daha fazlası; görülebilenler. Bundan bir beş, altı dakika öncesine kadar Rick and Morty izleyip keyif yapıyordum şu soğuk günlerde evimde böyle sımsıcak. Tabi ama deli dürtüyor bir yandan. Her çay doldurmaya kalktığımda yerimden, beni bir gerçeklik basıyor ve sakince kafamı yiyorum; 'şunu ne zaman yapacağız, bunu yapmadık, şu oldu, artık bu mu olmalı, bunların bitme vakti gelmedi mi sence de, sen kimsin, nedir ulan bu manzara'lar, falanlar ve de filanlar. İşte o sakinliği çok da bozmadan ancak bu defa dışımdan dedim ki ben bir gidip bir şey yapayım ya böyle. Oturmuş aklımı kaçırırken Rick and Morty izlemek çok sarmadı neticede boş bir ekrana bakmakla benzer bir faaliyet içerisindeyim. E azcık da dikkat dağınıklığı şu bu, dedim gideyim de bunları yaparken eş zamanlı olarak elimi meşgul edecek bir şey bulayım odamdan. Gittim iplik sepetinden bileklik için bir şeyler alıp döneceğim sonra asırlardır açmadığım boncuk kutusunu açtım ve içinden birkaç kağıt çıktı ve birinde uzunca bir şey yazıyor.
Bir ara sırf yazıp bir yerlere atmayayım diye çöp kutusu gibi bir kutuyu yazı kutusu yapmıştım. Hani bazen bir iki kelime yazarsın sonra kenara atarsın ve o kaybolup gider ve ruhun duymaz ya, işte amaç onu engellemek sonradan bakıp onları düzenlemekti. Hiçbir zaman bu olmadı diyebilirim. Ancak belli ki toplama noktası fikri de tutmamış.
Okuduğum şey bir anıydı. Şu an zerre özlem duymadığım ancak iyi ki yaşanmış dediğim bir anı. Sımsıcak, ev gibi hissettiren bir anı. Ancak tüm halimle orada olmadığım bir anı; nedenini ve hisleri çok detaylı hatırlıyorum. Her an son olabileceğinin bilincinde bir hassasiyet ve duygusallıkla yaşıyordum o anlarda.
Olay da şu; ben balkonda uzanıyorum güzel bir yer yapmışız oraya, Eskişehir' de havanın keskin olmadığı bir mevsim ve günde keyif yapıyoruz sevdiğim bir insanla. O sıra elimde bir kitap var ama öyle huzurlu hissediyorum ki elimdeki kitabı anlamak istemiyorum o an ve öteliyorum. Mutfak uzandığımda görülebilir bir mesafede. Onun tavada yaptığı çılgın pasta tarifi hayat buluyor o sıra, buluşunu izliyorum. Arkada La Yegros- Viene de Mi çalıyor, yeni gittiğimiz bir festivalde koreografi öğrenmişiz o şarkıda. Keyifli bir an yani. Bir de fotoğrafımı çekmiş, şimdi zorlayınca hatırlayabiliyorum ancak bu yazıyı yazdığımda çok net hatırlıyormuşum, zaten kitabımın arasından o fotoğraf çıkmış da yazmışım ve bir kısmında şöyle demişim:
"...Hayatımda bu oldu. Buna şükürler olsun. Bana baktı. Beni gördü, dinledi. Anlamaya çalıştı ve benim bir fotoğrafımı çekti. (...) Saçlarım siyah o zaman tabi bir de. Ev hali, dağınığım. Gülümsüyorum ona, fotoğrafa bakınca müziği duyabiliyorum. Viene de ti, viene de mi, viene del viento, no miento es un sentimiento.. Gözümü kapayınca güneşin gözlerime pembe perde indirişini hala yaşıyorum...."
diye devam ediyor. Edouard Leve- İntihar için fazla pozitif bir sahne yaşamışım. Resmen hayatımın özeti. Hala o fotoğrafım duruyor mu diye bakayım dedim kitaba, bulduğum tek şey altı tonla çizilmiş, bitirilmiş bir kitap. Bu kitabı ediniş olayım da çok enteresan bir olaydı. Yani yaşarken pek enteresan olmasa da iskambil destemden bir bacak eksiltmişti. Şimdi yıllar yıllar geçmiş ne alaka değil mi? Her şey zincirleme gibi. Bende hem zincirleme hem yük hem yaşam diye sürüp gidiyor aynı anda.
Şimdi de bir şeyler çatırdıyor hayatımda tıpkı bahsettiğim zamanda olduğu gibi. Bir şeyleri sadece hissedebiliyorum, bir şeyler yolundan çıkalı çok oldu, bir şeyler zor, bir şeyler kayıp, bir şeyler özlem, bir şeyler korku. Ancak bir şeyler hala umut ve hala an. Her şeye rağmen.
Şimdi her şeyi bir kenara koy, benimle birlikte gözlerini kapa ve güneşin altında gözlerine pembe perde inişini hisset. Arkada bir dalga sesi belirebilir, sokakta oyun oynayan çocukların sesini duyabilirsin, bir şarkı, annenin sesi, rüzgar ve ağaçların sesini... Şu an imkanın var, şu an hissettiğin şeyleri anlama imkanın var, belki gücün yok ama her şey sende, bende biliyorsun. Öpüyorum.