Forsaların çaldığı, hamlacıların yönettiği bir orkestrayla uyandım. Kadidi çıkmış köleler, balyozlarını indirdikçe kafatasıma silleler iniyordu sanki. Dün gece başıma gelenler, aman efendim, baskına mı uğramıştık; filodan ne haber vardı; yedi aydır boşu boşuna yatıp protein peksimetlerini aç fareler gibi yiyen forsalar neden balyozlarını eline almıştı? Kafası, cevaptan çok soruyla dolu bu lostromo, neye yarardı? Yattığım soğuk güverteden kendimi kaldırdım. Bulutsuları yarıp, gökadaları arşınlayan, son bir senedir yuva bellediğimiz İskandar kruvazörünün kasarasına yol aldım. 


Bilinmezden kaçtığımız sonucuna vardım, en azından benim için bilinmezdi. Geçmiş zamanın insanlarının meydan-ı deryada peşlerine takılan korku denen umacı, şimdi de meydan-ı fezada benim peşime takılmıştı. Yelkenlerine ve kürekli forsalarına güvenen maundan, kızılçamdan mürekkep gemilerin içindeki Kapitanların, Capitanusların, Reislerin kaçtığından; bugün de biz büküm sürücülerimizle, madde gerilimi jeneratörlerimizle, kapkara karbondan yapılmış gemilerimizde kaçıyorduk. Ah, bir bilseydim bu debdebenin sebebini. Kafama inen balyozların çınlayan metale söylediklerini. 


Acele içinde verilen yarım selamları alarak yoluma devam ediyordum. Topları yükleyip bizleri titreten sonsuzluğa doğru ateşleyen tayfayı selamdan geçirdikte, Süvari Helk Vigar’ın kamarasına varabildim. Kaptanın kamarasının kapısını açınca, suratımda beliren namlunun etkisiyle benirleyip kenara çekildim. Namludan çıkan titanyum kütle, beni ıskalayıp geminin üst güvertesinde çizik bile bırakmadan patlayıp yok oldu. Korkudan titreyen eller kaptanın olmasaydı bendenizin buraya döktüğü hatıralar, gökada gemisi İskandar’ın güvertesi içinde, bir çiy gibi ekipmanın üzerine yağacaktı. 


“Kla, sen misin oğlum?” dedi kaptan. Cevap vermeme fırsat vermeden tekrar ünledi. “Abordadan ne haber? Silâhendazlarımızdan zayiat var mı?” Ne abordasından bahsediyordu bu pir-i fani bunak? Yanaşacak gemi olsa görmez miydik? Hem geminin bütün madde topları işliyordu gümbür gümbür, menzile giren bahtsızların vah hâline! Sema hurdasından ayırana bin beş yüz Dram verirdim! Sıcaktan ve korkudan boncuk boncuk terlemişti mürettebat, radyatörler yetmiyordu artık topların yükselttiği ısıyı düşürmeye. Peşimizdeki bela bizi berhava etmedikte, kendi terimizde kaynayıp gidecektik. Kapkara gemi bize mezar olacaktı.


Geminin patlayan toplarının kimi vurmak istediğini bilmiyordum, kaptanın ettiği lakırdıya da akıl sır erdiremedim. Mürettebattan ağlayanların feryatlarını ayırt etmeye çalıştımsa da manasız sözlerden bir anlam toparlayamadım. Kaptanı üstü kapalı cevaplarla geçiştirdikten sonra münzevi herifi kendi hâline bıraktım. Benden kaçmaya baş koymuş soluğumu seyrüsefer subayının yanına gelince yakalayabildim ancak. Beni rahatlatacak tek şey, bu cansiperane boğuşmanın sebebine vakıf olmaktı. En geniş tayf taramasının yapılması için emir verdim. Taramanın ardından arkamızda gemiye bağlı bir kütleyi peşimiz sıra çektiğimizi fark ettik. Bu kütle Müyon İstasyonu’nun yükleme aparatına kip geliyordu. Korkum iyice artmıştı. Yükleme aparatını bile peşimize takıp tabanları yağladıysak, kimden kaçıyor olabilirdik ki mücehhez Müyon İstasyonu, madde ve erke toplarıyla kozmik rüzgarlara katıp savuramasın. 


Artık beni feveran bir telaş almış olacak ki kendimi, kurtarma filikalarından birine attım. Kısa güvenlik prosedürünü es geçerek bir an önce bu bigane karabasandan kaçışım için yakarıyordum. Filikanın uzaya fırlatılması sırasındaki ivmelenme yüzünden bilincimi kaybetmişim. Uyandığımda, mürettebatı bayılmış hâlde ve polis kuvvetlerini İskandar’a çıkmış, kitlesel histeri yaratan bir nöro-vericiyi ele geçirmiş vaziyette buldum.


Müyon İstasyonu’nda gemiye yerleştirilmişti bu meret ve hepimizi kurtulması mümkün olmayan bir dehşete düşürmüştü, benden tam yol ileri emrini alan gariban mürettebat korku ve gazavat içinde istasyonun parçasını sökerken, ayaktaki ben sallantıda düşüp bayılmışım. Ben gemiden ayrıldıktan sonra da olmayan şeytanlarla savaşan mürettebat bitkin düşmüş, sabote edilen havalandırma sistemi bozulmuştu, yoksa korkudan ve sıcaklıktan teker teker kırılacakmış benim gibi kaçmayı akıl edemeyen herkes. Beni kurtaran inzibat çavuşu, Jüpiter yörüngesindeki moloz ve harabe kuşağına girmek üzere kurtarmış beni. Korkunun ölümcüllüğüyle burun buruna gelmiş olan ben, olayın ardından diğer mürettebat gibi üniformamı çıkartıp, Io’da sessiz bir hidroponik köyüne yerleştim.


- Berkay Artık