Kitap roman olarak geçse de göğsünü gere gere 'Ben anlatayım.' diyor. Yazarın hayatından bölümler sanki bir arabadayken geçen görüntüler gibi geçişli olmayan silik silik anlar. Ama bu anlar hakkındaki düşünceleri ve hisleri ise bir o kadar net ve bir o kadar da iz bırakıcı. Deneme yazarı ve çevirmen olarak bildiğimiz Ahmet Cemal'den harika bir dil ve anlatım ustalığı görüyoruz. Samimiyeti, candanlığı ve dürüstlüğü karşısında okur mest oluyor. Mesela yanlış bir insana aşık olduğunu şöyle yana yakıla itiraf ediyor yazar:

"Evet, son zamanlarda düşünüyorum da, ben hep sıradan insanlara, başkalarına büyük iyilikler ya da büyük kötülükler yapamayacak kadar yüzeysel, içlerinde tașıdıkları şu ya da bu yetenek parıltısına karşın, bir mumun alevini bile besleyemeyecek kadar güçsüz [Böyleleri için yazmıştım sanırım o kısa şiiri: Mumlarımızın alevlerini/koruyamadık/ en büyük yangınların/ yolunu gözlerken.] 'Başkaları ne der?' korkusuyla, yaşadıklarının bile ahlakını savunamayacak kadar ahlaka yabancı ve zavallı, hep en büyük hedeflere göz koymaktan çekinmezken ve bunu etrafa da ilan ederken, o hedefler uğruna neleri feda etmeleri gerekebileceğini düşünme ihtiyacını bir an bile hissetmeyen, hiçbir sevginin sorumluluğunu üstlenmeye hazır olmadıkları için, gerçekte sevmeyi, sevgileri taşımayı ve yaşamayı hiçbir zaman başaramayan, sevgi sözcüğünün hep ağızlarından döküldüğü insanlara âşık olmuşum."

Sadece yanlış kişiye aşık olmak değil yanlış kişilere de değer verebiliyoruz ve Ahmet Cemal gibi yakınmamak elde değil.

Hayatı boyunca hep yalnız bırakılmış kolu kanadı kırık sevgilerle beslenmiş, 'Kıyıda yaşayan' bir yazar. Bunları yalnızlık üstüne yazdığı şu cümlelerde buram buram hissediliyor:

"Uzun yalnızlıklardan hiç korkmadım çünkü uzundur onlar, birer süreçtir, ve böylesine dayanmanın önlemi de zamanla alınabilir. Dahası, insan hep onlar yokmuşçasına yaşamaya bile başlayabilir. Bir evde tek başına yaşamak ve buna alışmak gibi.
Bir evin dört duvarı arasındaki tek başınalık, zamanla tekil ve doğal bir yaşama biçimine dönüştürülebiliyor ve yine zamanla, böylesi tadına doyulmaz, tuhaf bir özgürlük, kimseden sorumlu olmamaktan kaynaklanma bir özgürlük bile olabiliyor.
Hayır, böyle uzun, önlemi alınabilen, bir yaşam biçimine dönüştürülebilen yalnızlıklardan korkmamayı çoktan öğrendim ben. Daha doğrusu, onların aslında korkulacak bir yanlarının bulunmadığını. Buna karşılık "beş dakikalık yalnızlıklar" diye adlandırdığım, ani bir sancı gibi, hep en hazırlıksız zamanlarda gelen yalnızlıkların paniğinden kurtulmayı asla başaramadım. Hep pusuda yatan bu yalnızlıklar, yerli yersiz sevgileri içimden atabilsem, yaşamımı kendi elimle noktalamaya götürebilecek kadar yoğun; fakat alışılamayacak, zamanla önlemi alınamayacak, bir yaşam biçimine dönüştürülemeyecek kadar da kısaydılar."

Yalnızlığa iten bu sevgilerin, emeklerin unutulmuşluğuna da değinmeden geçemiyor yazar:
"Belki çoğumuzun yaşamında arkamızdan çok acele toplanmış ve izlerimizin çok çabuk yok edildiği odaların burukluğu vardır."

Denemelerinde de olduğu gibi böyle derin konuları bu kadar sadelikle ele alması ve okura samimiyetiyle servis etmesi ile adeta ağzının içine baktırıyor yazar .Bunu denemelerinden biraz farklı olarak söz ustalığıyla süslemiş. Okurken damakta edebi bir tat bırakan bir yapısı var. Ama  Ahmet Cemal'i tanımak için değil de onu anlamak, derinleştirmek ve tanışıklığı ilerletmek için daha uygun bir kitap.