Bir hikaye duyuyorum,

Geleceği anlatmakta olan,

Oysa bir gelecek nedir ki,

Var mıdır hiç olmadığını düşünen?

Hikaye şöyle diyor:

Biraz yürüyoruz, bir ayyaş var yanımda,

Kartları yırtılmış bir kumarbaz ile kol kola,

Gözlerimi kapattığımda aydınlıkları görüyorum,

Yolun tam sonunda bir alev yanıyor,

Donmuş burnum ve kulaklarım,

Ayyaş olan bir şeyler söylüyor:

"Tanrı şurada, burada. Hayır hayır, tam şurada!"

Gözleri de gidiyor yavrucağımın içmekten...

Kumarbaz desteliyor ellerinde olan tüm kartları,

Biraz durup dedi ki: "Ya varsa?"

Ne söylesem bilemedim, kumarı pek sevmem,

"Varsa kaybedecek çok şeyim var, bu karta oynamalıyım, yoksa zaten yoktur..."

Gülmek geliyor içimden,

Dışımdan ağlamaklı sesler.

Ayyaş olan şarabı çok kaçırmış olacak ki

Tanrı'nın bir anda yok olduğunu söylemeye başladı.

Tam ortalarında bulunmasam iyiydi...

Derin bir iç çektim, gökyüzü pek yıldızlıydı,

Tüm yıldızlar bizim olabilir miydi acaba?

Olanların ertesinde, bir mezarlığın yanından geçiyorduk,

Ateş biraz daha yakındı fakat

Şimdi yüreğim donmakta,

Nefesim yarım yarım,

Mahvolmuş ciğerlerim, akışkan cümleler kurmama izin vermiyor...

Her bir mezarın ismi var, her birinin bir çiçeği var en az.

Bu bana elbette her zamanki gibi,

Sonun bir başlangıç, başlangıcın bir son olduğunu anlatan o sözü hatırlattı.

Huuuuh... Tamam... Bir sonu var...

Ulaan bir daha mı başlayacağız bir de!

Yoktur değil mi, dedim ayyaş olana,

Yamulmuş ağzıyla birkaç bir şey söyledi,

Pek anlayamadım ama bu fikri sevmediği açıkça ortada, bir ayyaşla hemfikir olmak...

Bizim kumarbaz, bu eğer gerçekse onun işine geleceğini söylüyor, en nihayetinde hiç kaybetmiyor olmak mantıklı...

Ah durum bu, derdimi bu ikisine anlatmam pek mümkün değil,

Ayyaş iyi dinliyor esasında, ah bir de ağzından bir iki mantıklı cümle çıksa bari.

Gözlerimi kapattım... Açtım...

Tavana bakıyordum, lambanın etrafında dönen sinek çok üzüm yemiş gibi,

Karşımda duran orta yaşlarda bir adamın sürrealist resmi, kim çizmişse artık...

Bu bira ısınmış, sigaram küllüğe dayanmış...

Mezarın orada kalmıştık evet, kapatayım bari gözlerimi...

Ateşin başında oturan bir iki insan var,

Felsefe yapacak olursak onların insan olup olmadığını görmeye gidiyoruz, biraz oturup konuşmak gerek.

Amma da sıcakmış ateş, en azından ellerim soğuktan sızlamayı bıraktı,

Ayyaş hiç hissetmemiş olsa gerek,

onlara dahil olunca sohbetleri kesildi,

biraz tanışalım dedik, kumarbazın kartları kullansak mı acaba? Dedim ya, kumarı sevmem; vazgeçmem düşünmemle bir oldu... Şimdi ne bok yiyeceğiz? Ateş başında sohbet mi? Bu bir ilk olacak, garip...

Konuşma sürüp giderken dalıp gittim, bir rüyayı anımsadım. Biraz yakın gibiydi, anlattım, bir sinek vardı lambanın etrafında dönüp duran... "Ee başka?" Hmmm başka ne vardı? Ha ha şey! "Ney?" Bir resim vardı duvarda, gerçekçi değildi pek, bir adam vardı, küllük ve bira... Bu kadarını hatırlıyorum. Mevzuyu pek anlatamamış olacağım ki başka bir konuya geçildi.

Bir kısmını dinledim, sonra daldı gözlerim ateşe, yüzüme vuran sıcak vardı, alevin çatırtısı, arkadan: "Harbi mi?"

"Harbi lan, harbi!" İki kalın kafalı insanın sohbet edişi geliyordu... Gözlerimi kapadım, açtım. Tablo hakikaten güzel, bunu satın almam iyi olmuş. Az önce felaket bir rüya gördüm, ayyaş adam ne saçmalıyordu öyle yahu? Ah, elinde bir sürü kart olan ve onları yanından ayırmayan adam peki? Tamam, kumarı severim, şarabı da, bu kadarı fazla yahu... Neyse, rüya nihayetinde.

Uyandım... Ağzımda leş gibi bir tat, uzun süredir sigara içmeme bağlı bir burun tıkanıklığı. Bu rüyalar nedir böyle? Düşünüyorum, hangi bilinçaltıma kazınmış gerçekle karışık bir şaka sebep verir ki bu rüyalara? Bazen dünyanın gerçeklerinden ayrılıyor olmak güzel bir duygu... Bazen hiç düşünmeden yaşamak tüm dünyayı, fakat son zamanlarda, sıkça nefes aldığımı hatırlıyor ve tüm işleri bozuyorum... Beynim daha iyi kıvırıyor bu nefes alma işini, ruhum evvelinde zincirler ile bağlanmamış olsa bu aciz bedene, biraz hoş olabilirdi diye düşünüyorum. Sabahın ışıkları, güneşin güzellik katan sıcaklığı... Gariptir, karanlıkta daha bir güzelim aynada. Her neyse, sanırım her biri geçecek ve gidecek. Ah bu gelecek var ya, bu gelecek... Bir hastalık gibi semptomlar gösteriyor olması, geçmişte ve sonrasında taşların oturması yerlerine, garip hissettiriyor. Evet biliyorum, anlamsız bir yazı, gerçi insanlar anlamsız şeylerde anlam arayıp üstüne üstlük anlam çıkarmaya bayılırlar. Çok sıkıldım... Bir rüya olsa gerek tüm her şey. Uykularda ölümü beğendim, ölmeyi hep uyurken diledim, yaşadım gördüm, öldüm geberdim, bir hastalık içimde, ciğerlerime çektim ve bittim. Bu söylediklerim ne anlatır, bilir misiniz? Bu söyleyemediklerim nerededir, görür müsünüz? Ah neyse, işte durum bundan ibaret, çok sıkıldım... Ellerim biçimsiz bir yazıya gebe ki aklım da öylesine allak bullak. Belki oturur ama kafandaki taşlar. Gitmek gerek, bir rüyaya daha sözüm var. Gitmek gerek...