Değerli Sayın Yazar,
Selamlar. Nasılsın? İyi olmanı umut ediyorum. Beni sorarsan iyiyim, aynı zamanda çok yorgunum. Sekiz saate yakındır kütüphanedeyim. İntegral alma sorularından biriyle boğuşurken bunaldım ve yazmaya karar verdim. Soru orada dursun, öğrenilir.
Jurnal, gerçekten de kütüphaneye gelmem için bir sebep oldu. Sana bunu gülmen için söylemiştim fakat bugün uyanır uyanmaz aklıma geldi ve hemen hazırlanıp çıktım. Aslında kitabı temin edebilirim fakat böylesi daha çok hoşuma gitmeye başladı. Üstelik bir ayraç da yerleştirdim. Belli olan yerine bırakıyor ve bir sonraki gün görüşmek üzere veda ediyorum. Umarım her gün yerinde bulurum. Eh, tahmin edersin ki kütüphaneye kitap okumak için gelen sayısı yok denebilecek kadar az. Hızlıca çevremi süzüyorum, herkes ders çalışıyor. Jurnal ise masada bana göz kırpıyor. Ara ara alıp bir iki mektup okuyup bırakıyorum.
Yeri gelmişken sana da teşekkür ediyorum; böylesine güzel bir kitabı keşfetmeme sebep olduğun için. Cemil Meriç'le tanışmam demek ki bu şekilde olacakmış. Sanıyorum ki diğer kitaplarını da mutlaka okuyacağım.
Boğuştuğum integral alma sorusunun çözümü gruba atıldı, yazımı bitirdiğimde bakacağım. Öğrenilir elbet.
Bugün "rastlantı" üzerine konuşalım istedim. Aslında bu konuyu seçme nedenim okuduğum bir alıntı oldu. Şöyle diyordu:
"Okur kitap arar, ama kitabın da okuru bulduğunu ben çok gördüm. Açıklanabilir bir şey söylemiyorum belki ama 'rastlantılar'ın çoğu, açıklayamadığımız için rastlantı görünmez mi?"
Bilge Karasu’nun Ne Kitapsız Ne Kedisiz kitabında geçiyormuş. Bu arada, kitabın ismi çok hoş değil mi? İlgimi çekti, belki okurum.
Hmm, babam aradı, Sayın Yazar... Geç kalmamamı istedi. Eve geçince yazmaya devam edeceğim. Jurnal’la vedalaşıp çıkayım.
---
Evdeyim. Her zamanki yerimden seslenmeye devam edeceğim.
Konumuza gelelim. "Rastlantı" üzerine düşünülecek bir konu. Aslında bir bakıma kaderle ilişkili, ne dersin? "Rast" kelimesi, Eski Türkçede "denk gelmek, uygun olmak" anlamına geliyor. "Rastlantı" ise tesadüfen oluşan olay anlamında. Tesadüf bu kadar etkileyici olabilir mi?
"Ne demek istiyorsun?" dediğini duyar gibiyim.
Okuyucunun yazarla karşılaşması diyorum, bir tesadüften ibaretti. Aslında Bilge Karasu'nun dediğinin aksine, okuyucu olarak ben buldum kitabı. Fakat bu da bir rastlantıydı.
Biliyor musun, yazılarını ilk defa okuduğum anı hatırlıyorum. Dürüst olmam gerekirse, sayfanı ve yazdıklarını keşfetmemi sağlayan bilge gülüşün olmuştu. Fakat nedendir bilmiyorum, hiç huyum değilken yorum kısmına bakma isteği duydum. Karalama Defteri’ni bu sayede keşfettim. O sırada meşgul olmama rağmen okumaya devam etmek istedim. Hızlıca kaydedip işlerime koyuldum.
Fakat okuma isteğim hiç durmadı. Çevremdekiler, "Yine o yazıları mı okuyorsun?" deyip gülüyorlardı. Sonraları yalnızken, günün en güzel saati olan geceleri okumaya karar verdim. Bu sayede kimse dikkatimi dağıtmıyor ve yazılarla içselleşiyordum.
"Koyunları saymayı denedim fakat çit koymayı unutmuşum hepsi kaçıştı, çoban da olmaz benden." demiştin ya... Hah, ona çok gülmüştüm.
Uzun süre dönmeyeceğini düşünmüştüm. Bu süre zarfında hepsini okumaya karar vermiştim.
Hatırladığım bir film sahnesini anımsıyorum. Eternity and a Day. İzlemiş miydin? İzlemediysen mutlaka izle, olur mu? Ağladığım filmlerden biri. Film hakkında detay vermeyeceğim, izlemeni istiyorum.
Fakat bir sahne var... Bu sahneyi yazılarını okurken kendime çok fazla yakın buluyorum ve sürekli aklıma geliyor.
Film genel olarak ölümcül hastalığa yakalanmış bir yazarın son günlerini anlatıyor. Anlatmak istediğim sahnede filmdeki yazar, filme konu olan o muhteşem müziği dinliyor ve müziği kapattığında, tam karşı evin penceresinde aynı müziği duyuyor. (Müziğin bağlantısını yazımın sonuna ekleyebilirsem ekleyeceğim, mutlaka dinlemelisin.)
Sonrasında şöyle söylüyor:
"Son zamanlarda dünyayla tek bağlantım, şu bilinmeyen karşı pencere. Bana hep aynı müzikle karşılık veren. Kim bu? Nasıl biri?Bir sabah onu bulmaya çıkmıştım. Ama sonra bir daha düşündüm.Belki de bilmemek ve hayal etmek daha iyidir.Benim gibi bir münzevi olabilir miydi? Ya da belki küçük bir kız çocuğu, okula gitmeden önce bilinmez bir oyun oynayan..."
Yazılarını bu hislerle okuyordum. Aylar sonra döneceğini düşünerek sadece bilmemeye ve hayal etmeye karar vermiştim. Fakat beklemediğim bir şekilde döndüğün vakit, selam vermeden duramadım.
İyi ki tanıştım. Bir okuyucu olarak, hatta senin deyiminle "ayrıcalıklı bir okuyucu" olmak gurur vericiydi. :)
Ve sonra bu sese bir karşılık vermem gerektiğini düşündüm. Tıpkı müziğe karşılık vermek gibi... Güzel bir ezgiye karşılık vermeliydim. Ruhunun musikisini duymaya çalıştım, Sayın Yazar. :) Sahi , duyabiliyor muyum? Bu karşılık, bir film sahnesi kadar büyüleyici ve güzel olmalıydı.
Yapabileceğimin en iyisi mektup yazmaktı; okuduğunu bilmeden yazmak... Kim bilir, belki bir gün yazdıklarımı sana gösteririm. Yahut hiç göstermem, okumanı beklerim.
Gelelim son sohbetimize. "Okuyucu" ve "çalışan" kelimelerini kullandın. Düşündüm... Sen de diğer tüm sevdiklerim gibi çalışmam üzerine durdun.
İnan bana, çalışıyorum. Saatlerce kütüphanede yalnız ve kendimle baş başa kaldığım vakit yapacak çok şeyim oluyor. Bu anlamda yalnızlığı seviyorum.
Ayrıca bana "çalışan" dedin, ben de sana "yazar" diyorum. Dikkatini çekerim, yazılarını okuyacağım günü bekliyorum. Fakat yine de çok yorulmanı istemem, dengeli çalışmak lazım. Bu söylediğimi unutma lütfen.
Geç olmadan ben kalkayım.
Sonuç olarak söyleyebilirim ki bu yazıları keşfetmem ve karşılık verme isteğim "rastgele" gelişen bir tesadüftü.
Bilge Karasu’nun alıntısını okuyunca şöyle dedim:
"Bir tesadüf veya rastlantı açıklanamaz bir durumken nasıl olur da bu kadar etkili olabilir?"
Evet, düşündürücü bir konu, öyle değil mi?
Bunun üzerine düşünmeye devam edeceğim.
Sana iyi geceler ve iyi çalışmalar diliyorum. Her zamanki gibi gökteki çiçeğime emanetsin
.. :)
01.02.25
01:35
Hatice Etik
2025-02-01T01:43:41+03:00Yazının sonuna ekleyemedim. Müziği buraya bırakıyorum. :)
https://youtu.be/Ii370wMad2E?si=GRzRTLz2qjrqI2pZ