Sayın Yazar, selamlar!
Nasılsın?
Ben iyiyim, sadece biraz uykusuzum. Dün gece şiir okumak istedim ve saat bir hayli geçmişti. Bu saatte yazmam genelde, ama sohbet etmek istedim.
Bugün Jurnal’ı okuyamadım, kütüphaneye gitmedim. Babam rahatsızlandı. İşe gitmemesini söyledim, fakat “Öğleden sonra iyi olmazsam eve geçerim.” dedi. Ben de evde bulunmak istedim. Hasta olduğunda küçük bir çocuk gibi ilgi görmeyi çok seviyor. :)
Bu arada, biliyor musun, Jurnal’dan eklediğim alıntıları çok beğenen bir okur dün bana kitabı okumaya başlayacağını söyledi. “Alıntılarınız çok güzel, erteliyordum fakat okumayı düşünüyorum.” dedi. İyi hissettim. Jurnal gerçekten bitmeyen bir kitap, eskimeyen bir şiir. Sadece mektuplardan oluşmuyor; birçok konuda bilgi edinme fırsatı yakalıyorum. Aslında kitabı temin etmem lazım. Bu şekilde cümlelerin altını çizemiyor, yer işareti ekleyemiyorum. Yakın zamanda alacağım. Fakat şimdilik ciddi anlamda kütüphaneye gitmem için bir sebep olduğunu itiraf ediyorum.
Lamia Hanım’ı kıskandığımı da itiraf ediyorum. Cemil Meriç’in bu denli sevgisi hayran olunası. Fakat bir yorumda da söylediğin gibi, İslam’ı özümsememiş; kültürün bir parçası saydığından yüceltiyor. Özellikle okurken fark ettim; Lamia Hanım’ı tanrılaştırmaya varacak sözleri ve yine sadece Lamia Hanım için oruç tutmaya karar vermesi, bu çıkarımını destekliyor.
Bu arada, Stendhal’in meşhur kristalizasyon (billurlaşma) teorisinden yola çıkarak aşkı yorumladığı mektubu üzerine düşündüm. Sen demiştin, herkesin kendine göre bir aşk tanımı vardır. Nihayetinde Mecnun’un yaşadığı da mutfakta bulaşık yıkayan Ayşe' nin yaşadığı da aşktır. Yüceltilmemiş veya tanınmamış olması, aşkın yaşanmadığını göstermez.
Tahmin ettiğim gibi babam geldi. Anlaşılan bu yazımı da öğle saatinde paylaşamayacağım. Gece devam edeceğim.
Gelelim konumuza:
Ben ise aşkı çoğunlukla hayranlık duymak olarak yorumluyorum. Aslında tam da Cemil Meriç’in bahsettiği gibi:
"Kâinatta farkına vardığımız her yeni güzellik, bizi hayrete düşüren bir keşif olup çıkar. Aa, deriz, tıpkı onun sesi, tıpkı onun bakışı, tıpkı onun kahkahası."
Tabii Cemil Meriç, hayranlığı bir aşama olarak yorumluyor. Sırasıyla hayranlık, ümit ve şüphe... Bunlar sadece ilk kristalizasyon. İkinci kristalizasyon herhalde yaşanan en acılı evre olmalı; tüm kristalizasyondan şüphe edilen evre.
"Aşkından nasıl emin olabilirim?"
Zor soru doğrusu. Aynı zamanda aşkın devamlılığını sağlayan evre. Ve sonunda, ikinci kristalizasyondan sonra, Cemil Meriç’in dediği üzere:
"... sevenin gönlü, sevilende sonsuz meziyetler bulur ve görür."
Aşkı bu şekilde aşama aşama sunmak gerçekten çok başarılı. Hiç bu kadar derin düşünmemiştim. Aslında bakarsan fazla özel bir konuya giriş yaptım. Daha detaylı bir şekilde karşılıklı konuşmak isterim. Fakat derin düşünmemiş olsak da şu evreleri fark etmeden yaşamış olmak da bir ihtimal.
Ben konuya daha genel manada bakıyorum. Aşk biraz takıntılı olma ya da hastalık olarak da görülüyor. Bu, karşılıksız aşk için yaşanabilecek bir durum. Sağlıklı bir ilişkide aşk, kadın açısından bence kıyamamak... Aslında anaç duygularla sevmek. Belki de benim sevgi tanımım bu, buna aşk da denemez. Ve tabi kime göre? Fakat aşkın ön koşulu sevgi değil mi ?
Aşkı tanımlayamıyorum sanırım. Çünkü tam şu anda, karşılıklı ve sağlıklı bir ilişki yaşayan arkadaşım D.’nin söyledikleri aklıma geliyor. Her şey yolunda giderken bile “Onsuz olmaktan korkuyorum, ya başkası varsa? Bir gün giderse? Sence beni seviyor mu?” şeklinde ifadeler kullanıyordu. Şimdilerde nişanlılar ve fakat hâlâ bu kaygılı durumları yaşıyor. “Ben bu kişiye aşığım.” diyor. Anlam veremiyorum. Bu şekilde nasıl yaşanır?
Aslında sağlıklı bir ilişkide bile bu şekilde buhranlı davranmak muhtemel. Belki de cevap senin dediğin gibi: Herkesin aşk tanımı farklıdır, olmalı. Ben korkuyorum aşktan, bu şekilde buhranlı davranmaktan korkuyorum. Bir yerde onur kırıcı oluyor. Karşılıksız olduğu takdirde, insanın kendisine saygısızlığı oluyor.
Peki, ilk görüşte aşk meselesi? Bu konuda ne düşünüyorsun, sayın yazar?
Ben bu konuda açıkçası inanıyor muyum, emin değilim ama Japonların bir deyimi var: Koi no Yokan. “Aşkın önsezisi” olarak çevrilebilir. Yahut “aşkın kaçınılmazlığı”... Şöyle der:
Birini ilk kez gördüğümüzde ona anında âşık olmamakla birlikte, zamanla ona âşık olacağımızı hissettiğimiz durumu tanımlar.
Yani kişinin gelecekte aşka düşeceğini sezmesi ama bunun ani bir aşk (ilk görüşte aşk) olmaması anlamına geliyor. Bu, kişinin ilk görüşte gözlerine, duruşuna ve gülüşüne bakıp “Ben bu kişiye âşık olacağım.” hissini yaşamak…
Bu deyimin varlığına inanıyorum açıkçası. Böyle bir durum yaşanabilir. Neden olmasın? Muhtemel... Sonrasında Cemil Meriç’in bahsettiği kristalizasyon evreleri gerçekleşiyor belki de? Ne karmaşık bir konu. :)
Ben uyuyayım, sayın yazar. Yarın nihayet Jurnal ile görüşeceğiz. Özledim. :)
Ve evet, şu an Ankara’da da havalar çok soğuk. Geçenlerde komik bir anım oldu. Soğuktan hareket edemeyecek duruma gelmiştim. Otobüsü bekliyordum. Saat akşamın dokuzu; kaçırmamam gerekiyordu. Neyse ki geldi ve fakat hiç hareket etmediğimden olacak, beni göremedi. Sonunda elimi kaldırdım, biraz ileride durdu. Şoför, “Bak, gördün mü? Seni bırakıp gidiyorduk, biraz hareket et!” deyip güldü.
Çok tatlı, sıcak kanlı bir insandı. Böyle insanları çok seviyorum.
Ve evet, konuya geleyim…
Dikkat etmeni öneriyorum. Okurun, yazara ihtiyacı var. Bu biraz bencilce mi oldu? Ne dersin? :) Hahaha. Yok yok, sağlığını düşünüyorum ciddi anlamda, emin olabilirsin. Orası soğuktur, dikkatli ol.
Ben kalkayım. Gökteki çiçeğime emanet ol. Okurun daima seni bekliyor olacak. Şu sıralar yazmayı ihmal ediyorsun, gözümden kaçmadı, bilesin.
Haydi, iyi geceler. :) 🌸✨️
07.02.25
01:16