Selamlar, Sayın Yazar.

Nasılsın? Uzun zaman oldu konuşmayalı. Aslında yazmama kararı aldığımı itiraf ediyorum. Fakat bu kararı aldığım andan bu yana zihnim seninle konuşmaya devam etti. Bana meydan okurcasına, “Otur ve yaz,” dedi. Eğer yazmazsam huzursuz olacaktım, bu yüzden yazmaya karar verdim.


Bugün maalesef kitap okuyamadım. Aile evinin getirdiği bazı sorumluluklardan dolayı masaya geçmem zor oldu. Tam sana yazmaya karar verdiğimde doğum günümün yaklaştığını fark ettim. Biliyordum ki bir arkadaşım, her doğum günümde olduğu gibi bu doğum günümde de tam 12’de mesaj atacaktı. Bu sebeple onu beklemeye koyuldum. Yanılmadım ve güzel mesajlar aldım. Bana şiir yazmış, biliyor musun? Belki bir gün seninle paylaşırım. Onu tanımanı isterdim, çok ince ruhlu olduğunu düşünüyorum.


Gelelim asıl sohbetimize... Son yazımda düşündüklerimi tam olarak ifade edemediğimi söylemiştim. Yazdıklarımı okuduğuna emin olmuşken, nedendir bilmiyorum, şu sıralar okumadığını düşündüm. Bugün, bana önerdiğin kitap üzerine şüphe duymaya başladım. Sonra da , sana mektup türünde kitaplar önermeni istediğimi hatırladım ve yine okumadığına ikna oldum. İki ihtimal var: Ya aramızda gizli bir anlaşma var ya da ben bir deliyim. İkinci ihtimal bana daha yakın geliyor. Ne dersin?


Fakat şu bir gerçek: Bu soru işaretinin çengeline takılıp düşmekten yoruldum. Konuyu konuşmama kararı alıyorum. (söz vermemekle birlikte)


Evet, Sayın Yazar, evet... Yazında dediğin gibi, içimizden konuşa konuşa bir gün unutacağız konuşmayı. Son zamanlarda bu durumu çok fazla yaşıyorum. Önceleri kendimle konuşurdum, fakat şu sıralar bir de seninle konuşma huyu edindim. Yazdıkların üzerine düşünüyorum. Bazı yazılarını tekrar okumak üzere kaydediyorum. Abim hep söyler bana: “Çok fazla dalıyorsun.” Çok fazla dalıyormuşum... Bu iyi bir şey mi, kötü bir şey mi bilmiyorum.


Fakat söyler misin, neden bu kadar fazla yaşıyorum? Sen de yaşıyor musun? Ve evet, bence sen Fuzuli’den yakışıklısındır.


Gelelim dün, benim bildiğim ama senin bilmediğin sohbetimize... Sorduğum sorulara verdiğin cevapları beğendim. Özellikle, “Düşünsenize, düşününz sene kadar uzun olsaydı ne görmek isterdiniz?” sorusuna verdiğin cevap beni güldürdü. Sahi, nereden aklına geldi: Duvara asılı, sarıya çalan bir tarla fotoğrafında çiftçi olmayı istemek? Aklıma Van Gogh’un çiftçi tablosunu getirdin. Açıp baktım ve tabloda seni hayal ettim. Evet, komikti.


Yeri gelmişken Van Gogh’un “Çiçek Açan Badem Ağacı” tablosu çok güzel değil mi? Açıp bak, olur mu? Saatlerce bakabilirim, her yere asabilirim. Tablonun hikayesini Van Gogh’un kardeşine yazdığı “Theo’ya Mektuplar” kitabında öğrenmiştim. Hikayesi kısaca şöyle: Kardeşi Theo’nun bir erkek oğlu dünyaya geliyor, adının Vincent olmasına karar veriyorlar. Bunun üzerine Van Gogh, yeğeni için bu muhteşem eseri yaratıyor. Büyüleyici ve eşsiz olduğunu düşünüyorum.


Verdiğin bu cevaptan kaynaklı olsa gerek, şu anda Virginio Aiello’nun “Van Gogh” eserini dinliyorum. Huzur verici, sakinleştirici bir etkisi var, Sayın Yazar. Dinle olur mu? Sana sorduğum soruyu düşündüm. Benim aklıma öyle yaratıcı bir fikir gelmedi. Fakat ne isterdim biliyor musun? Babam ve annemi mutlu görmek. Gerçek anlamda bir mutluluk; tüm kaygılardan sıyrılmış ve iyi hissettiklerini görmek isterdim. Bir yıl boyunca bu manzarayı izlemek isterdim. Neden bu kadar stresli ve kaygılı olduklarını anlamış değilim. Umarım mutlu olurlar.


Yazmaya devam etmek istiyorum fakat göz kapaklarım izin vermiyor. Üstelik yarın Konya’dan bir arkadaşım yatıya misafirliğe gelecek. Anlayacağın, yine kitap okuyamayacağım. Fakat arkadaşımı özledim. Güzel vakit geçireceğimize inanıyorum.


Son olarak, yazarlık serüveninde sana sonsuz başarılar diliyorum. Kendine güven, olur mu? Sana güveniyorum. Bir sonraki sohbetimizde görüşmek üzere, hoşça kal. Gökteki çiçeğime emanet ol. Evet, Gökteki Çiçeğim... Çok güzel bir tabir değil mi? “Evet” der dediğini duyar gibiyim. Sana seslendiğime göre artık uyuyabilirim.


İyi geceler, tatlı rüyalar:)


17.01.25

02:12