Yalnızlığın gizleri dökülüyor dudaklarından.

Sükutu inmek merdivenlerden, 

Harflerle yazmak gibi bir batağın yırtıcı deliklerini surlara.

Yağmurların soluğunu çekerek çocukluğa fidanlar bırakıyor en bitik yaşlarımız,

Örüyor yaşları dizgin dizgin kurumuş toprak.

Göklerin an derinliklerinde arıyoruz suların keskin, kırılgan nefesini,

Oysa gözlerde çekilmeyi bekleyen perdelerdeydi ıssızlığın izi,

Onunla sustuğumuz, onunla yok olduğumuz...

Dökülürken tel tel kelimeler, bir çınarın gövdesi kadar hükmedebilmişti dünyaya,

Ancak o kadar yoğuruyordu eşyayı sükut.

Suskunluğu çekiyorduk hasretle kaldırımların en dip oymalarından,

En keskin geceleri arıyorduk kıyılarda kor yıldızları toplarken.

Risalelere vurulmuş gökleri arıyorduk mesela,

Bilmezliğin sırrıyla haşrolurken...