Sokakta yürürken birilerinin Kafka'dan bahsettiğini duymuştum. Tabii ki biliyordum Dava'sını, Gregor Samsa'yı ve internetten okuduğum kadarıyla hayatının bir kısmını. Ama hiç okumamıştım. Ben marifetmiş gibi Hegel, Sartre, Kant, Poe gibi metaforlarla öyle çok uğraşmayan, bunalımı bunalımla anlatan ya da ciddi konular üzerine tartışmacı bir tonla ve üslupla yazan isimleri okumuştum ve okuyordum. Marifetmiş gibi diyorum çünkü ciddiyet, doyuruculuğunu çabuk kaybeden bir olguydu benim için. Üstümdeki ceketim, beş para etmez bir mağaza satıcısının vasat laflarının, benim nahifliğime üstün gelmesiyle beraber giysilerim arasındaki yerini almıştı. Ve beni terlettiğini hissettim. Çıkarsam üşürdüm ama eve az kalmıştı. Neydi bu Gregor Samsa'nın olayı diye düşündüm. Hamam böceğine dönüşüyordu bir sabah kalktığında. Ee sonra? İşe geç kalmasıyla yaşadığı kaygı yine de bu gerçeğin önüne geçiyordu. Aman ne çarpıcı! İçimden şunu geçirdim sonra: "Bazı olaylar," dedim kafamın içinde yüksek bir sesle, "bazı olaylar özünde ya da en azından çıkış noktasında sahip olduğu etkileyiciliği saçma sapan başka olaylar yüzünden kaybediyor." Sadece ben anladım kurduğum cümleyi. Tam anlatamadığıma da sinir oldum. Ceketimi çıkardım.


Çevremdeki insanları, arkadaşlarımı ve ailemi düşündüm. Sonra olan biten olayları, içinde kaldığımız durumları. Hepimizin biraz körlüğü üstündeydi. Sokaktan geçen alelade birinde de bu böyleydi, annemde de. Ama bu körlük gözün görmemesiyle değil, kafamızın, kıçımızın çok derininde olmasıyla alakalı daha çok. Herkes kendi boktan karanlığında bunalıyor. Haksız da değil, hem de hiç kimse. İronik bir şekilde haklı olanlar da sayıca az. Belki başka yerlerde bu böyle değildir, bilmiyorum.


Eve geldim, ceketimi astım. Üstümü değiştirmeden mutfağa girip bir adet mandalina aldım. Yine üstümü değiştirmeden onu yedim. Biraz keyiflenir gibi oldum. Bu aralar işten 2-3 saat erken çıkıyordum. "İnsan yaşlandıkça," dedim yine kafamın içinde yüksek bir sesle. Ama dışardan duyulmadı çünkü kafam o kadar derindeydi ki kıçımın içinde, bu rahatlamama sebep oldu. Çünkü başkaları duymasındı. Bilmesindi. "insan yaşlandıkça işinden başka yapacak bir şey pek kalmıyor herhalde." dedim. Korkunç! Boş zamana o kadar muhtaç bırakılmışım ki elde edince ne yapacağımı bilmiyorum artık. Büyük rezillik! Gregor Samsa da böyle miydi acaba? Bir de hep şunu düşünürdüm; eğer bir hamam böceğine dönüştüyse ve sırt üstü yatıyorsa doğası gereği kalkamazdı ki Samsa. Kafka bunu bilerek mi yaptı acaba? Asla doğrulamayan ve sonsuza kadar işe geç kalma kaygısı yaşayan önemsiz ama bir o kadar da iğrenç bir yaratık mı çizmek istedi gözümüzün tuvallerine? Bunu da bilmiyorum.


Üstümü değiştirip kanepeye kuruldum. Acaba Kafka ya da Sartre ya da Poe ya da Nietzsche günümüzde birer kişisel yardım kitapları mı yazarlardı? Ya da okurlar mıydı en azından? Bunu zaten bilemezdim.


Yine de Kafka okumayacağım. Sevmiyorum ne yapayım. Zaten bütün bunları bilmek için Kafka okumama da gerek yok. Bazen öylece çiğ bir şekilde bilirsiniz çünkü.