Cam kırıklıklarından yaptığım suyum hazır, tek yapmam gereken bunu gargara yapmak. Dilimden çıkan bütün günahların temizleyicisi rolünü ona yüklemek. Şimdi bu suyu içiyorum, kontrollü bir şekilde tam boğazımın ortasında durduruyorum ve başlıyorum gargara yapmaya. Hücrelerim parçalanmaya başladı, bende olan kan tekrar benim içime süzülmeye başladı. Cam parçacıklarını yutmamaya çalışıyorum ama nafile. Vücudumda, damarlarımda gezinecek bin kum tanesi var artık. Sıkıldım artık tükürmem gerekiyor. Tükürüyorum, kan ve birkaç et parçasından oluşmuş resmi çıkartıyorum lavabonun tuvaline. Bıkkınlık, hüzün, hiçliğin resmi neden bu kadar renkli? Renksiz ve karanlık olması gerekirdi. 


Aynaya dönüp baktığımda başka birisini gördüğüm için aynayı kırdım. Kırılan aynanın parçaları ellerimi kesti, kan '' Cuma okul töreni bitince koşan çocuklar gibi'' akmaya başladı. Uzun süredir dostum olan acı bu sefer farklı bir yoldan kendini göstermeye başladı. Fiziksel acı. Kanımın içimdeki kum tanelerini atmasını bekledim. Yanıldım, fiziksel acım ve yanılma duygum artık iki kardeştiler.


Bu duyguların bir bağı var, birbirlerinden haberdar olmasalar bile varlıkları onları bağlamış. Ben birine bağlı değilim. O zaman ben var değil miyim ? 


Var olmadığım düşüncesi 2-3 haftadır zihnimin koridorlarında yol alıyor. Bundan 100 yıl önceki insan için yoktum, bundan 100 yıl sonraki insan içinde yokum. Her şey gelip gidecek bütün bu hırslarım, gülmelerim, öfkem beni ben yapan bütün olgular yok olup gidecek. Bitmesini beklediğin sanat filmi, benim hayatım, senin hayatın. Seni biliyorum ama seninle bağım yok. Benim kimseyle bir bağım yok ,çünkü birbirimize bağlanmamız için kullandığımız bütün sicimleri kendimi zapt etmek için kullanıyorum. Kendimi olduğum yere geçmişe bağlıyorum, kopamıyorum, kopartamıyorum. 


Ne yazık ki lavabodaki resmin sanatçısı bu zihnim. Bulanık, kanlı ve anlamsız. Nedendir bilmem yalnızlığın bir ev olacağını hiç düşünmemiştim. 


Bütün bu duvarların, dışarıyı görmemi sağlayan cam, hiçbiri bana, benden başkasını göstermiyor. Cam bir nispet yapıyor, " Yalnızsın, tüm dünyaya bakınca göreceksin, şeffaf bir şekilde göreceksin yine kendinde baktığını". Bunu 2 ay önce söylediğinde çok kulak asmadım. Dışarıda gördüklerimin benim canımdan, benim etimden, benim zihnimden oluştuğunu söylüyor. Farklı olmadığımı herkesin yalnız ve bağımsız olduğunu gösteriyor. Herkesin o gargarada boğulduğu, oraya tükürdüğünü gösteriyor ama şunu eklemeden sözünü bitirmiyor "Senin resmin kanlı, bulanık ve anlamsız, başkasının resmi böyle olmak zorunda değil. Herkes geçmişini kusar bunu unutma". 


Haķlıydı, tüm söyledikleri mantık süzgecinden geçiyordu. Şimdi pişmanım çünkü bunları söylediğinde yaşıyordu fakat şuan kanımda dolaşıyor, cam öldü.