5 mayıs gecesi


Kesilmiş bir uzvun hâlâ yerindeymişcesine ağrı ile yoklanması gibi her sabah aynanın karşısında yokluyorum kendimi. Diyorum, baştan sona, bir bütün hâlinde ampüte edilmiş bir organım, bir bütüne yayılmış hayalet ağrısıyım. Böyle olsun istemezdim. Her şey farklı olsaydı da böyle olur muydu? Bir gün önce doğmuş olsaydım mesela ben ya da ismim sessiz bir harf ile başlasaydı, bir sokak öteye taşınsaydım, alt kata doğsaydım, odam mutfağın çaprazında kalsaydı, çift kişilik olsaydı yatağım, doksan dokuz depremine yakalansaydım, şefkatimin değil duvarların altında kalsaydım. Size annem nasıl öldü anlatmadım. Size annem ne zaman doğdu söylemedim. Annemden size hiç bahsetmedim. Evet, bahsetmedim. Eğer bahsetseydim her şey farklı olduğunda bile yine de böyle olacağını bilirdiniz. Çünkü başka bir ihtimalin varlığı, adını koyamadığım bir histen öteye geçemeyeli çok oldu. 


Aynanın karşısındayım.


Kendime dışarıdan bakıyorum. Öyle uzağındayım ki kendimin, onun hakkında karar vermek en son benim haddimmiş gibi... Kendimden ayrı ölümü çok düşündüm. Ölmek kolay ve fakat bunu kendim yapacaksam önümdeki engelleri kaldırmalıyım. 


“Ne yani eczaneden ilaç mı satın alacaksın?”

“Hayır.”

“Alacalı bir bıçak?”

“Hayır hayır.”

“Tamam buldum, afili bir cenaze töreni için vasiyet mektubu yazacaksın?”

“Ne! Bunların yokluğu engel bile değil.”

“En azından köy yoluna asfalt dökecek bir hayır sever bul, cenazene ulaşım kolay olsun.”

“Saçmalık!”

“Amma da basite kaçıyorsun.”

“Param yok.”

“Cenazene kimse gelmeyecek.”


Pek tabii işimi bir meyve bıçağı görebilir. Birkaç ay sağlık ocağına ilaç yazdırmaya gidebilirim. Ya da ne bileyim belediyenin mezar yoluna asfalt dökmesi için mahallenin ilk öleceklerinden imza toplayabilirim. İlk sen öleceksin? Hayır görünüyor ki listede daha değilim ve biliyorsun ki engel diye bahsettiğim mezarıma gidecekken çamura batıp çıkacağım köy yolu da değil. Bir mezarın da yok. Evet, herkes uzun yaşayacağıma dair çok emin. Onlardan uzun yaşayacağın kesin. Sus artık.


Engeller… Onları tek tek engel olmaktan çıkaracağım. Beni hayatta kalmaya zorlayan her şeyi… İşi mi bırakacaksın? Kovulalı çok oldu. Ah evet doğru, ben de oradaydım. Öldüreceğim herkesi. Yüzlerine gülüyorken çok düşündüm. Ben olmasam yaşayamaz gibi duruyorlar. Ne büyük bir yük benim için! Yeterince bencil değilim, kimseyi ardımda da bırakamam, kendimden önce öldüreceğim onları. 


"Nasıl yapacaksın?"

"Dilek dileyeceğim."


İnsan ne zaman dilek diler, diye soruyorum ensemden yansımama doğru uzanan başa. Şaşırıyor. Bu zamana kadar ona hiç söz hakkı tanımadım, o hep sinsice laflarımın arasına girdi. Şimdi ne oldu da ondan bir söz duymaya mecbur kaldım. Madem mecbur kaldın, o zaman susayım, kendimi zorda bırakayım. Israrcıyım, insan başka ne zaman dilek diler? Elimde doğum günüm var, yirmi üçten aldığım ilk günde kaydığını gördüğüm yıldızım ve gül ağacının dibine gömdüğüm boş bir kağıdım var. Bir de çok büyük bir sırrım... Bir hesap yaptım, elimdekilerle ne kadar idare edebilirim? Yalvarırım söyle bana, insan başka ne zaman dilek diler? 


"İnsan devinim halinde bir ömür dilek diler." dedi.


Belki bir ömür... Hayır. Elimdekiler bize bir ömür yeter ama hâl böyleyken bir ömür elimden harcayamam. Ne yani, sonsuza kadar böyle mi sürecek? Sürmesin diye uğraşıyorum.


"İnsan bazen dilek günlerini beklemez, dua eder."

"Dua da edemem. Allah'tan çok önemli bir sır saklıyorum. Bu yüzden aramız bozulmadı, cennette hala bir yerim var."

"Her şey berbat olmaya çok yakın." diyor.

"Olmasın diye uğraşıyorum." diyorum. 

"Gözü kör değilim," diyor.

"Farkındayım." diyorum. "Fakat sürsün diye görmezden geliyorum."

"Çelişkilerin de tıpkı yöntemlerin gibi annene benziyor."

"Annem?"

"Annen ya annen."

"Annem tabii ya."


Sırrımı biliyor.


"Nasıl yaptı?"

"Dilek diledi."


Yirmi ikinci yaş günüydü, üfleyecek mumu yoktu ama adetten yeni yaşı için dileyebileceği bir dileği vardı. Mum niyetine yaktığı kibriti söndürmeden önce nefesini tuttu . İçinden kör olasıcanın da nefesi böyle tutulsa da onun gibi geri bırakamasa diye geçirdi. Babam böyle öldü. O yaz günü su içerken bardağındaki taze nane soluk borusuna yapıştı. Nefesi tutuldu ama annem gibi geri bırakamadı. Kabirde sorgu melekleri onu, oturup biraz soluklansın diye limonata ile karşıladı. Limonatanın içinde taze nane vardı. Babam cehenneme gideceğini işte böyle anladı. Bir gün sonra ben yetim doğdum, annem de ömründe ilk defa kayan bir yıldız gördü... O günden sonra annem, ben ve al karısı beraber yaşadık.


Aynaya bakıyorum. Ensemden yansımama doğru annem başını uzatıyor.


Annem Leyla, leş kokulu Leyla, porsuk Leyla, biri duyar korkusuyla sırrına olmadığı tüm isimlerce seslenen Leyla. Dünyanın tek ağırlık noktasıdır annem Leyla. Kendinin öyle uzağındadır ki duruşu bu yüzden bozuktur dengesiz Leyla'nın. İki kelimeyi bir araya getiremez. Kekeme desen değil, tutuk desen değil, ne anlatıyorsun sen Leyla? Ne zaman uykusu gelse göz kapaklarından önce davranır yere kapaklanır Leyla. Kendi göz kapaklarının üzerine düşmek gözlerini kapatmaya benzemez ya Leyla. Kalk yolun ortasında yatma, bir gören olacak, elaleme rezil olacağız annem Leyla. Gözlerini pörtletmiş sırrına mı bakarsın Leyla. Sırrını saklar, sırrından kaçar, sırrı onu hep kovalar. Sıkıştı mı köşeye, suçu al karısına atar Leyla. Benden sonra bir sokak öteye, doğduğu evin üst katına taşınır annem Leyla, odası mutfağın çaprazında kalır, çift kişiliktir yatağı. Size annem nasıl öldü anlatmadım. Size annem ne zaman doğdu söylemedim. Annemden size hiç bahsetmedim. Evet, bahsetmedim. Eğer bahsetseydim annemin beni ben daha yirmi üç günlükken öldürdüğünü bilirdiniz.


Leyla'ya bakıyorum.


Artık dileyecek dileğim kalmadı annem Leyla. Gül ağacının dibine kendimi gömeceğim.