İki ayrı dünyaya gidip gelmek gibiydi kafası. Nerede olmak istediğini bilmeyen, döngüler içinde kıvranan acı dolu yaşamında ona bırakılan bir dünya kalmamıştı. Çünkü o ne istediğini bilmediği için çok yıpranmıştı. Yıpranmasının da bir sebebi vardı elbette ama bu sebep sonucu değiştirebilir miydi? İnandığı şeylerin üstüne bir öpücük kondurup gitmesi mi gerçekti yoksa inanmadığı şeylere sırtını dönüp gitmesi mi? İkisi de değil diye düşünürken bile çelişki içinde boğuşan birine nasıl soru sorabilirdik? O soruları bulmak üzereyken onu yapmaktan vazgeçmiş biriydi. Nereye ait olduğunu bilmediği için acılar içindeki ruhuna seslenemiyordu. Çünkü o bir yere ait olup olmamakta bile kararsızdı. O aslında kulaklarıyla duyamıyordu. Gözleriyle göremiyordu. O, yapılması gerekenleri neden yapmamız gerekiyor diye sorguluyordu çünkü. Bazen derince bir iç geçirdikten sonra kendine çok kızardı. Yeniden ve sıradan bir hayata sahip olmak istediğini dile getirirdi. Bunun için ağladığını bile görürdüm. O kadar güzel ağlardı ki her gözyaşı yanağına değdiğinde onu öpmek isterdim. Sarılmak, kokusunu derince içime çekip "Bu da geçecek diyemem ama sana sadece sarılabilirim," demek isterdim.


O, iki ayna arasında sıkışmış gibiydi. İki dünyasında da kendini görüyordu ama hissedemiyordu. Bazen ona sadece bir yol seç ve git demek istiyordum. Ama kovulmuş gibi hissetmesi canını yakardı. Bir keresinde eline bir çiçek aldı ve gözlerindeki yaşları gelmeden bana hissettirdi. "Çiçekler bana birini anımsatıyor. Özellikle bu sarı olan. Çok yakınımda ama hatırlayamıyorum. Sen biliyor musun?" Ben telaşlar içinde şaşkın gözlerle bakmaya başladım. "Hayır, bu konuyla ilgili bir şey hatırlamıyorum. Çiçekleri ve bahçeleri çok seviyorsun, böyle bir şey olsa daha önce hatırlardın."

O çok basit görünen şeylere mutlu olurdu. Hava güneşli de olsa yağmurlu da olsa hep bugün hava çok güzel derdi. Ben de bazen sorardım: "Bugünün diğer günden ne farkı var?"

"Her günümüz aynı olacaksa neden binlerce gün yaşıyoruz? Bugünün farklı olması gerek yoksa günlerce aynı geçen günler için döktüğümüz gözyaşı ve mutlulukların ne anlamı olacak?" derdi.


Gözlerini bana çevirdiğinde ciddi bir konuşma bekliyordum. Birden bana "Çok güzelsin," dedi. "Güzel olmam bir şeyleri değiştiriyor mu?" dedim. "Sana karşı duyduğum hisler çok farklı. Bu bir dostluk gibi değil, bu aşk değil. Bu konuda ne hissetmeliyim, bilmiyorum. Ama bazen sana karşı çok güzel hisler taşıyorum. Bu taşıdığım hisler, bana garip garip sorular sorduğunda yere düşüyor ve arkadaşım oluyorsun. Gerçekten bu konuda hiçbir şeyi anlayamıyorum. Üzgünüm." Kahretsin ki bu konuda bile net bir şey düşünmüyordu. Ve o an çok sinirlendim. "Üzgünüm ama hiçbir konuda net bir şey bilmiyorsun, sana garip sorular soruyorum çünkü garip davranıyorsun. Gerçekten bazen kendime, neden sana aşık olduğumu soruyorum." O an onu söylediğime inanamamıştım. O da gözlerini şaşkınlıkla bana çevirmişti. Hiçbir şey demeden yanıma yaklaştı ve elleriyle yüzümü nazikçe okşamaya başladı. Ve gözünden yaşlar gelmeye başladı. "Eğer sevmek iradem ile gerçekleşseydi inan ben sadece seni severdim." Ben o an ne diyeceğimi bilememiştim. Sadece gözlerine derin derin bakarak ağlamayı becerebilmiştim. "Anlayamıyorum... Sen bu kadar güzel ve iyiyken kalbim neden sana doğru yürümüyor? Neden sürekli beni durduran bir şey var?" Boğazımdaki düğümler her konuşmaya çalıştığımda beni durduruyordu.


Sürekli yutkunurken boğazım çok acıyordu. Bu acı, duygularımın sembolüyse bu duygulardan nasıl kurtulabilirdim? "Senin üzülmene sebep oluyorum değil mi? Lanet olsun ki benim gibi birisi canını çok acıtıyor. Benden kurtulman gerek." Haklıydı, onun canımı acıtmaya devam edeceğini biliyordum. Ama onu çok özlerdim. Özlemek ona duyduğum hisleri pekiştirmez miydi? Artık bir gökyüzü olacaktı; bir çiçek, bir bahçe, bir duvar... Çünkü her yerde onu görecektim. Ne büyük ve geçilmez bir şeydi bu. Ne kadar çabalarsam daha çok yaklaşıyordum. O kadar acıyor ki bundan kurtulmam gereken şeye daha çok yaklaşıyordum. Ona yaklaştıkça daha çok acıyordu.


Çiçeklerin, bahçelerin olmadığı bir yer vardı sadece. Beni sadece orada bulamazdı. Bunu yaptığım için çok üzgünüm ama inan... inan dayanamıyorum. Seni seven sarı saçlı çiçeğin, ona aşık olmadığını biliyor. Bu acıyı yaşamaya başlayan bendim, bu yüzden hoşça kal demek sarı çiçeklere ait oldu. Ve sen her sarı çiçek gördüğünde beni anımsıyorsun; beni gördüğünü, benimle konuştuğunu zannediyorsun. Rüyalarına giriyorum hatta. Yanında oturuyorum ve benden çok etkilendiğini görüyorum. Bazen rüyalar bize hissettiklerimizi anlatır derdik. Eğer bu rüya olmasaydı ölmeme gerek kalmayacak ve sen de delirmiş, benim için gözyaşı dökmeyecektin.

Belki de en büyük delilik ölmüş bir kadının mektubunu okuduğunu sanmandı...