Gece şehirlerden akmış ve bayağı bir incelikle son bulmuştu. Şimdi ise, güneş, taşlaşmış vücudumun kıvrımları arasında amiyane bir umarsızlıkla uyukluyordu. Ve ellerim amuda kalkarak ellerine fısıldadı.

"Bir köşede oturup ağlama eylemini hayata geçirebilmek varlığı itibariyle bu denli komplike bir yapıya sahip olmamalı, ağlayamamak ise bu denli acı vermemeli. Ah! Sanıyorum ki bu yetimi kaybedeli beri mevsimler mevsimleri kovaladı, hatırlamak zor. O halde şimdi benim gibi böylesine bedbaht adamlara yaraşacak tek şey yakınmak ve yakarmaktan başka şey değil. Duyuyorsan beni, kahrolası ellerini kımıldat. Mesela Mallarme'nin eskil betiklerinden birinde dediği gibi başımı solgun entarinin sevecen kucağına koyarak kuru yanaklarımı ayalarınla ısıtmanı bekleyeyim. Mesela gözlerini amansız bir gülüşü gözler önüne sermeden önce hep yaptığın gibi kırp. Dilersen ödeşmek maksadıyla öldüre de bilirsin beni. Ama yok! Ama yok! Çığlar altındaki bir geyik denli soğuksun sen. Zavallı bir geyik.

O kelimeyi kullanmak ne haddime fakat gerçekleri haykırmak zorundayım yüzüne. Keza insan ne olduğunu bilirse ne yapacağını da bilir.

Ölüsün. Soğuk ve ölü ve umarsız ve gaddar.

Şimdi ne yapmayı planladığını söyle bana."

Yerimde kımıldandım.

Gözlerini belertmiş, olanca bir kararlılıkla bakıyordu suratıma. Kalbime aman vermeyen bir süzüş.

"Belki ben de güzelliğine aman vermemeliyim."

Sessizlik.

Göklerde beni duyan yalnız mavi, duru, dupduru bir maviden başka şey değildi. Tanrı'm!

"Ya ellerin, onları ne yapacağız?"

Yanağım yanağındaydı. Bu noktada yapmanız gereken ağladığımı farz etmek ki eylemim dramatikleşebilsin. Ah, filmler; insana yaptıklarına bakın!

Yüzümü üzerinden çektiğimde gölgem yüzünden sıyrıldı. Ne ışığın loşluğu, ne miyop gözlerim olanca açıklığıyla ortada olanları görmemi engelleyebildi. Avurtlarındaki genç kızlara özgü allık yiterek yerini kireçsi bir beyazlığa bırakmıştı. Oysa gözleri hala açık olduğundan mıdır bilmem, yüzüne baktığımda içimin sevgi ve şefkatle kabardığını duyumsamaktan kendimi alamadım. Işık, gür kirpiklerinin gölgesini göz akına düşürüyor ve yine ışık ve yine ışık göz bebeklerini ışıtarak görünümüne garip bir canlılık katıyordu. Kafası bedeniyle bir bütün olsa beni duyduğunu, yalnızca cevap vermeye tenezzül etmemekte kararlı olduğunu düşünürdüm. Sonra belki vururdum ona. Ama yok! Ama yine yok!

Bana o zıkkımı vermesi gerekirdi. Ahmak kadın. "Şimdi sen canlı, ben kafam bulutlarda olurdum. Yaptın mı beğendiğini?"

Hâlâ bana bakıyordu. Gözlerini kapasa mıydım? Gözlerimi yerlerinden çıkartsa mıydım? Yoksa sadece ampulu patlatmak mı icap ediyordu?

"Peki o zaman " dedim. "kendimi patlatayım"

Yine o bakış. Üzerine eğildim. Gölgem bedenini sardı. Kopuk kafasını ellerimle kucakladım. Ve sonra... Ve sonra, ah! Ellerim arasındaki kafasını olanca kuvvetimle kendi kafama doğru savurdum. Bir daha ve bir daha ve sonsuzluğun sonuna dek. Burnumdan ve alnımdan kanlar boşanıyordu şimdi. O bakış! O bakış! Tanrı'm, lütfen! Bir daha ve bir daha. Sonra. Sonra yemin ederim ki sağ gözümden bir damla yaş aktı.